Devrim ve Küba
Devrim ve Küba
Küba denince tabii ki uzunca devrim ve komünizmden de bahsetmek gerekir. 19. yy sonuna kadar Küba İspanyol hakimiyetindedir, daha sonra ise Amerikanın etkisindeki diktatörler tarafından yönetilir. Bunlardan sonuncusu olan Diktatör Batista artık o kadar zulüm yapmaktadır ki özellikle gençlerin dayanacak sabrı kalmamıştır. Yeni mezun bir avukat olan Fidel Castro‘nun da aralarında bulunduğu bir grup bu işin böyle gitmemesi gerektiğini düşünür ve Devrim yapmaya karar verirler. Bir yapılanma sürecinin sonunda ilk saldırı Batista’ya karşı 26 temmuz 1953’de Santiago Montago Kışlasına yapılır. Ancak bu saldırı çok amatör bir saldırıdır ve başarısız olur. Esasen 26 temmuz bir Karnaval günüdür ve o gün güvenlik güçlerinin meşgul olacağı düşünülerek bu güne denk getirilmiştir. Fakat devrimi yapacakların bir kısmı Santiago’lu olmadığı için yolu bulamaz bir kısmı da Karnaval nedeni ile yollar kapalı olduğu için kışlaya ulaşamaz. Ulaşanlar heyecanla devrimi yapmaya çalışır ama çok kısa sürede yakalanır ve eşi benzeri olmayan işkencelere maruz kalırlar. Fidel Castro‘da o gün kışlaya varamayanlardandır.
Fidel o gün yakalanmaz ama yakalananların konuşturulması sonrasında birkaç gün sonra yakalanır. Ancak Fidel zengin bir aileden gelmektedir ve avukattır bu yüzden kendini savunma imkanı olur. Hem iyi bir savunma yapar hem de insaflı bir hakime düşmüştür. Ünlü “beni cezalandırın önemli değil; tarih beni aklayacaktır“ cümlesi ile bitirdiği savunması sonrası 15 yıl ceza alır. Bu mahkemede giydiği avukatlık cübbesini Devrim Müzesinde görebilirsiniz. Ancak Batista 1955’de ortamı yumuşatmak için Küba’da kalmamaları şartı ile bir af çıkartır ve serbest kalırlar. İlk olarak birkaç ay Amerika’da kalır sonra Meksika’ya geçer ve Devrim planlarını orada yaparlar. Ancak ilk denemeden çok ders alırlar ve daha iyi hazırlanmaları gerektiğini anlarlar. Meksika’da çok iyi ve uygulanabilir bir plan yaparlar ve herşeyi düşünürler. Che ile de orada bir araya gelirler. İdealist bir doktor olan Che ile tanıştıkları an büyük bir uyum içinde çalışmaya başlarlar. Bu sırada Küba karışıktır ve her yerde gösteriler olmaktadır. 30 kasım 1956’da Meksika’dan Küba’ya gelirler ve başka bir direnişçi olan Pais’den olay çıkartıp dikkati dağıtmasını isterler. Ancak Pais yakalanır ve konuşturular. İçlerinde Che, Fidel, Raul de olan 82 arkadaş “Gramma” teknesi ile kıyıya ulaştığında Batista’nın ordusu onları beklemektedir ve avlanırlar.
Bazı kaynaklarda 12 kişi olarak geçen çok az sayıda kişi sağ kalır. Bu kişiler hemen dağlara sığınırlar ve direnişe devam ederler. Ancak bu hareket halkın desteklediği bir hareket olduğu için hergün halktan isyancılara birileri katılır ve gitgide güçlenirler. Artık bu orduya “İsyancılar Ordusu” denmektedir. Ufak yerlere saldırarak silah ele geçirebilecek eylemler yaparlar. 1958 ekimine gelindiğinde Fidel artık şartların olgunlaştığını düşünmektedir. Devrim’in liderliğini Kutsal Üçlü olarak bilinen 3 kişi yapar. Birinci tabii ki Fidel’dir. İkinci isim sanılanın aksine Che değil Cienfuegos’dur. Diğeri de tabii Che. Erken öldüğü için Cienfuegos çok fazla tanınmaz ama Küba’lılar için çok önemli bir isimdir. Bu arada Che Guevara -Çe Gevara- olarak okunur soyadını Guevara olarak okumak ona buradan yazılamayacak kadar büyük bir hakarettir. Neyse mücadele için Santiago Fidel’e, orta kısım Che’ye ve batı Cienfuegos’a ait olmak üzere Küba’yı bölümlere ayırırlar; Che, Fidel ve Cienfuegos’un liderliğini yaptığı farklı çatışmalarla devrim devam eder ve son olarak Che’nin liderliğindeki Santa Clara savaşı ile devrim başarılı olur ve Batista Dominik Cumhuriyetine kaçar. Esasen Cienfuegos her zaman ön saflarda savaşan bir liderdir ama belki de Che’nin son muharebeyi yönetmiş olması belki de Cienfuegos’un zamansız erken ölümü nedeni ile Che daha ünlüdür. 1959 başı itibarı ile tartışmasız bir şekilde Fidel Castro ilk Başkan olur.
Tüm bu olayların akışını, fotoğraflarını, devrim’de kullanılan araç ve gereçleri tarih sırası ile “Devrim Müzesi”nde görebilirsiniz.
1959‘da devrim’in ilk aylarında Cienfuegos bir uçak kazasında ölür. Aynı Malezya Havayollarının bulunamayan uçağı gibi bu uçak da hiçbir zaman bulunmaz. Che ise çok önemli görevler alır. Büyükelçilik, bakanlık yapar ancak sonradan diğer Latin Amerika ülkelerinin özgürlüğü için ülkesini terkeder ve dolaşmaya başlar. Ancak 1967 yılında bir ihbar sonucu Bolivya’da yakalanır ve öldürülür. 30 yıl sonra cenazesi ülkesine getirilir ve Santa Clara‘da onun için yapılan anıtmezar’a gömülür. Hem Cienfuegos hem de Che ekim ayında öldüğü için Küba’da okullarda onları anmak için tören ve toplantılar yapılır.
Unutulmaması gerekir ki bu devrim Amerika’ya karşı değil Batista’ya karşı yapılmıştır. Batista döneminde çoğu büyük şirket Amerikan olduğu için Fidel bu şirketlere çok mesafeliydi. Batista’nın devrilmesi esasen Amerikanın ilk başta işine geldi çünkü Amerika Batista’nın mafya ile olan sıkı ilişkilerinden sıkılmıştı ve Batista’dan kurtulmak istiyordu. Hatta Batista’yı Amerika’ya almadılar. Batista ilk önce Dominik Cumhuriyetine kaçtı sonra da Avrupa da öldü. Küba her zaman Amerikanın arka bahçesi olmuştur ve Fidel’e kadar Amerika Küba Başkanlarını her zaman kullanmış ve sıkı ilişkilerde olmuştu. Fidel Devrim sonrası Amerika’ya sıcak baksa Amerika açısından Fidel ile ilgili bir sorun yoktu. Ancak Fidel kişisel görüş olarak Amerika’ya soğuk ve mesafeli bir kişiydi. Daha önce de anlattığımız gibi ilk devrim denemesinden sonra Fidel ve ekibi yurtdışına gönderilmiş ve Meksika’dan önce bir süre Amerika’da yaşamıştı. Bu süre içinde Fidel’in Amerika’da çok kötü günler geçirdiği çok süründüğü ve Amerika ile ilgili ön yargılarının bu zamana dayandığı da söylenir.
Amerika ile ilk gerilim başladı. Takiben Devrim’den sonra bir kısım (ağırlıklı olarak zenginler) Miami’ye kaçar. Bir süre sonra Fidel’de “isteyen gidebilir” der ve kapıları açar. Bu sayede özellikle Florida Miami’de ciddi bir anti-Fidel lobi oluşur ve 1,5 yıl sonra organize olan bu topluluk Amerika’nın desteği ile 1961 yılında Fidel’e karşı ünlü “Domuzlar Körfezi” çıkarmasını yaparlar. Fidel bu saldırıyı 3 günde püskürtür ama artık ABD düşmanıdır. ABD Domuzlar Körfezinde parmağı olduğunu 30 sene sonra Jimmy Carter zamanında kabul eder. Domuzlar Körfezi çıkartması sonrası Küba’nın hemen 90 mil uzağında düşmanı olan büyük bir güç vardır. Fidel’de bu saldırıyı püskürtse de bir sonrakini garanti edemeyeceğini bilmektedir ve bu coğrafyada kalabilmek için arkasını dayanabileceği büyük bir güce ihtiyacı vardır. İşte bu güç Sovyetler Birliğidir. Fidel Devrimi yaptığında “Bu Devrim Kızıl Değildir, Çayırlar Kadar Yeşildir” demesine karşın şartlar Fidel’i zorlar ve Fidel Küba’nın Sosyalist bir ülke olduğunu ilan eder ve herşeyi ile Sovyetler Birliğine bağlanır. Artık Küba için güzel günler başlamıştır. Sadece Sovyetler Birliğine yılda 9 milyon ton şeker verir bunun karşılığında ihtiyacı olan herşeyi alır. Bu nedenle kendi sanayisini kurma ihtiyacı da duymaz. Tabii bu zamanda da memnun olmayanlar olur ve artan gerilim nedeni ile 1981’de Fidel gitmek isteyenlere tekrar kapıları açar ama gidenlere çok iyi davranılmaz. Arkalarından yumurta vs atarak aşağılayarak gönderirler.
Ancak 1990’da Sovyetler Birliğinin çöküşü ile her şey kabusa döner. “Özel Dönem” olarak adlandırılan yıllar başlar. Aylık gelir 1 dolara düşer. Fidel 1994’de tansiyon yine çok artınca gitmek isteyenler için tekrar kapıları açar. Bu dönemde uyduruk sallarla veya ne bulurlarsa onunla Miami’ye gitmeye çalışırlar. O dönemde Amerika’nın uyguladığı kanuna göre (ıslak ayak-kuru ayak kanunu) Miami’ye bir adım bile atsanız Amerika’ya kabul ediliyor ancak kumsala 1 metre bile uzakta yakalansanız iade ediliyorsunuz. Küba’daki Amerikan toprağı olan Guentanama için ise kural farklı idi; 12 mil Guentanama açığına gelenleri kabul ettiler. Bu sırada çok sayıda Küba’lı bu şartlarla Amerika’ya sığındı çok fazla Küba’lı da yolda öldü. Küba’ya iade edildiğinizde ise sizi kolay bir hayat beklemiyor. Eskiden çok daha fazla eziyet ediliyormuş ama şu anda yaklaşık 1 hafta hapis yatıp sonra çıkıyorsunuz. Ancak hayatınıza bir sürü kısıtlama geliyor; turizm sektöründe çalışamaz, teknesi olamaz vs gibi. Bir nevi hayatınız kararıyor diyebiliriz. Bu dönemden sonra Küba yavaş yavaş yaralarını sarar ancak hiçbir zaman Sovyetler Birliği garantisinde olduğu yıllara kavuşamaz. Bunda Amerika’nın uyguladığı ağır ambargo kadar kendi sanayilerinin olmayışı da etkilidir.
Amerika’lılar da Küba’ya gelemiyorlar. Ancak eğitim ya da Kültürel bir sebeple gelebiliyorlar. Amerikalılar turistik açıdan burayı çok merak ettiği için mesela “falanca eğitim derneğinin falanca çocuklara yardım derneği” nin eğitim gezisi olarak gösterilerek birçok Amerikalı buraya turistik olarak geliyor.
Küba Bayrağı
Şu anda kullanılan bayrak Amerikan Bayrağı renklerindedir. Esasen mandacıların bayrağıdır ama devrimden sonra değişmemiştir. Masonluk inancında tek sayılar önemlidir. Bu nedenle bayrakta herşey tek sayı üzerinedir. Mesela üç köşeli kırmızı bir üçgen içinde ise 5 köşeli beyaz yıldız vardır. 3 mavi çizgi, 2 beyaz çizgi vardır. 2 beyaz çizgi bu kuralı bozuyor gibi görünse de 2 beyaz çizgi ve 1 beyaz yıldız oluşu ile 3 adet beyaz eleman oluşu ile açıklanır. Böylece toplam çizgi sayısı da 5 olur. Hepsini topladığınızda yine 7 ile tek bir rakam elde edilir. Renklere gelince kırmızı yerlilerden itibaren dökülen kanı, beyaz saflık ve idealizmi, mavi ise gök ve denizi simgeler.