Brighton

Brighton

Gelelim üçlemenin son durağına; Brighton. Son günümüzde bu defa yine aracımızla Brighton‘a doğru yoldayız. Daha önceki günlerde benzer şekilde Oxford ve Cambridge‘e gitmiştik.Bu defa yolumuz 1,5 saat sürüyor. Burada da diğer şehirlerde olduğu gibi park etmek pahalı ve pahalı olmasına rağmen zor. Navigasyonumuza işaretli iki park noktası fos çıkıyor ama üçüncüye park edebiliyoruz.

Ediyoruz ama çıkışta 26 sterlinlik bir fiş bizi bekliyor olacak o sırada bunu bilmiyoruz tabii ki 🙂

Brighton diğer iki durağımız olan Oxford ve Cambridge‘den tamamı ile farklı bir şehir. En başta bir sahil şehri olmasının verdiği rahatlık var. Şehirin Manş Denizi ile buluştuğu yerde çok Amerikan tarzı büyük bir Pier (iskele) var. Genellikle Amerikan sahil şehirlerinin bir klasiği olan pier bu defa “Brighton Pier” olarak ve oldukça büyük bir ölçekle Brighton’da karşımıza çıkıyor. Klipimizde de izlediğiniz gibi Pier oldukça estetik ve şehire çok güzel bir hava veriyor. Görüntü çok hoş ama Pier’in üzerindeki aktivasyonlar, cafeler ve restaurantları çok zayıf bulduk. Daha çok bir lunapark gibi düzenlenmişti ve üzerindeki yemek alternatifleri büfe tarzı yerlerle sınırlıydı. Bu açıdan Amerikadaki benzerlerinden zayıftı. Brighton sahil şeridi taşlık olması ve dev dalgalar nedeni ile pek yüzmeye müsait değil daha çok surfçülere göre. Sahildeki dev martılar dikkatinizi çekecektir bu martılar sahilin simgesi olarak özdeşleşmişlerdir.

Pier’den şehirin içerisine doğru girmeye başladığınızda sanki Hindistan’daymışsınız gibi sizi şaşırtan bir yapı olan “Royal Pavillion” ile karşılaşıyorsunuz. Bu yapı Hindistan’ın İngiliz sömürgesi olduğu zamanlarda bu etki ile yapılmış. Royal Pavillion’un Bahçesi genellikle halkın ve turistlerin gezdiği bir mekan ve müzik yapan sokak sanatçıları ile sıklıkla karşılaşıyorsunuz.

Brighton’da sokaktaki hayat çok renkli ve eğlenceli; çok sayıda çok kaliteli restaurant ve cafe var. Ayrıca Londra’da dahi görmediğimiz kadar kaliteli tasarım mağazaları ve butikler bulunuyor. Fiyatlar tabii ki ucuz değil ama alınamayacak kadar da pahalı değil.

Brighton bir sahil şehri olmasına rağmen sanatla da arası oldukça iyi. Biz o açıdan pek ilgilenemedik ama gezebileceğiniz çok sayıda müze bulunmakta Brighton’da. Biz daha çok sanat eseri gibi cake vs ile ilgilendik 🙂

Okuyacağınız birçok kaynakta Brighton’un Gay Başkenti olduğu yazar. Bunun en önemli sebebi İngiltere Gay Festivalinin bu şehirde yapılıyor olması. Ancak Festival zamanına denk gelmeyen gezimizde biz bu açıdan şehirde İngiltere’nin diğer şehirlerinden farklı bir durum görmedik. “The lanes” ve “Norh Laine” Brighton’un en çok görülmesi tavsiye edilen semtleri. Bizde bu tavsiyeye uyarak buralarda vakit geçirdik. Bu semtte 400 civarında restorant, galeri, cafe vs bulunuyor.

Oxford ve Cambridge’de olduğu gibi akşam yemeği ile birlikte Londra‘ya dönmek üzere yola çıkıyoruz.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZIN