Brasov

3,685 hit
Brasov

Brasov 250.000 nüfusu ile Romanya’nın 8. büyük kentidir. Bir ana meydan etrafında toplanan güzel evler ile karakterize şirin ve yakınında kayak merkezi olan bir şehirdir. Bükreş’in 170 km kuzeyinde ve Romanya’nın Transilvanya bölgesinide yer alır. 1950-60 yılları arasındaki komünist dönemde “Stalin Şehri” anlamına gelen “Oraşul Stalin” adı ile anılmaktaydı. “Piata Sfatatului” adı verilen meydan şehrin kalbidir. Kırmızı kiremitli çatıları ile meydanı çevreleyen evler Alman zamanınından izler taşır.

Meydanın ortasındaki bina “Meclis Binası” dır. Binanın “Trompet Kulesi” adındaki kulesi 1420 yılında yapılmış daha sonra şimdiki bina ile ilişkili hale getirilmiştir. Orijinal kuleden şehir tehlikede olduğu zaman trompet çalınır ve şehir uyarılırmış. Orijinal kuleden eski zamanda çıkan bir yangın nedeni ile eser kalmamış 58 m yüksekliğindeki yeni kule rönesans etkisinde yeniden yapılmış. Meydanı çevreleyen binalar arasında şu anda “Cerbul Carpatin” restoran olarak hizmet veren “Hirsher House” ve “Black Church”u saymak mümkün. Brasov’un en önemli yapısı olan “Black Church” Viyana ile İstanbul hattı arasındaki en büyük Gotik Kilisedir.

Aynı yerdeki ilk kilisenin tarihi 1385 yılına uzanmaktadır. Saldırılar ve yangınlar nedeni ile defalarca yeniden yapılmıştır. “Black Church” Avrupa’nın en zengin Anadolu halı koleksiyonuna sahiptir. 118 halı 17. ve 18.yy kaynaklıdır ve Kilisenin özel UV filtreli camları ile güneşten korunmaktadır. Brasov’da “Black Tower” ve “White Tower” adında iki adet gözetleme kulesi vardır. Türk ve Tartar akınlarını gözlemek amacı ile yapılan bu kulelerin “Black Tower” isminde olanı “Starja tepesi” üzerine kuruludur ve zaten tepede olduğu için yüksekliği 9 m dir. Bu kulenin tepesinden “Black Church” çok iyi izlenir. “White Tower” ise 14 m yüksekliğindedir ve kale surlarının hemen yanında yer alır.

Brasov bölgesine yakın gezilmesi gereken en önemli yer “Bran” da yer alana “Dracula’s Castle” (Bran Castle) yani “Kont Dracula Şatosu” dur. Şato “Bucegi Mountain” ve “Piatra Craiului Mountain” arasında yer alır. Şatonun tarihi 14 YY’a uzanır ve Türk – Tatar akınlarından korunmak amacı ile yapılan surların bir parçası niteliğindedir. 1897 yılında Bram Stoker Kont Dracula isimli dehşet verici bir roman yazmıştır. Aradan geçen 100 yılı aşkın zamana rağmen hala birçok insan bu romanın anlattığı hikayenin yani “Transilvanya Vampiri” nin hikayesine inanmaktadır. “Dracula” kelimesi “devil” ve “Dragon” kelimelerinden türemiştir.

60 metre yükseklikte bir kayanın tepesine kurulmuş olan kale hem sahip olduğu hikaye ile hemde görselliği ile görmeye değer bir yapı. Sivri çatılı kuleleri, Gotik burçları, labirentsi iç yapısı, ahşap merdivenleri, kiremit bolca çatısı, daracık koridorları, gizli kapılarıyla ürkütücü bir atmosfere sahip.

Türklerden korunmak için yapılan Bran geçitinin bir parçası olan bu Kalenin yerinde Tötön Şövalyeleri tarafından yapılmış ahşap bir kale varmış. Kale; 1920’de Romanya Krallığı’nın resmi ikametgahı, 2.Dünya Savaşı sırasında hastane, 1957’de müze olmuş. 2000 yıllarında Habsburg Hanedanlığı’na iade edilmiş  2009 da kale müze olarak halkın hizmetine açılmış.

Kont Dracula ve Hikayesine biraz değinelim (alıntı + çeviridir)
Hepimizin bildiği gerçek ölümsüz vampir Kont Dracula’nın dayandığı tarihsel şahıs Voyvoda III. Vlad’ın, aslında bizim tarihimizle doğrudan bir ilişkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu yazıda, Bram Stoker’ın romanındaki Kont Dracula’ya hayat veren asıl kişilik III. Vlad’ın hayatını ve Osmanlı İmparatorluğu ile nasıl yakından ilişkisi olduğunu anlatacağım.

Köken
III. Vlad’ın (bizim deyişimizle Kazıklı Voyvoda) babası olan II. Vlad Dracul, gençlik yıllarında “the Order of the Dragon (Latince Societas Draconis)” adlı, amacı Doğu Avrupa’yı ve Kutsal Roma İmparatorluğu’nu, o zamanlarda politik gücü zirvedeki Osmanlı İmparatorluğu’nun baskılarından korumak olan birliğe katıldı. ‘Dracul’ ismi ona Wallachia halkı tarafından acımasız ve yiğit bir şövalye olmasından ötürü duyulan saygı ve korku ifadesi olarak verildi. Modern Romence’de ‘drac’ kelimesi ‘iblis’ ya da ‘şeytan’ anlamına gelirken, Latincede ‘Draco’ kelimesi de ‘dragon’, yani ejderha anlamına gelmektedir. Aslında birer kelime oyunu gibi görünen bu hitaplar, tamamen tesadüf olmayıp II. Vlad’ın “the Order of the Dragon” da gösterdiği başarılardan ötürü de verilmiştir. Kelimeye eklenen ve daha sonra oğlu III. Vlad’ın da kullanacağı ek olan ‘ul’ ya da ‘ulea’ ise ‘oğlu’ anlamına gelir.

Gençlik Yılları

III. Vlad’ın doğum yeri, modern dünyadaki bildiğimiz vampirlerin de kol gezdiği yer sayılan Transilvanya’dan başka bir yer değildir. III. Vlad doğduktan 10 yıl kadar sonra, o sırada Wallachia tahtında oturan baba II. Vlad, Osmanlı’nın o zamanki hükümdarı II. Murat’ın artan akınlarına dayanamadı ve Osmanlı’ya bağlılığını iletti. Wallachia ise Eflak ve Boğdan olarak Osmanlı’ya katıldı. Transilvanya’nın incisi: Sakin ve şirin bir şehir; Brasov (360 derecelik görüntüleri izlemeniz için gerekli yardımcı programlar bilgisayarınızda yüklü değilse 1 defaya mahsus olmak üzere gerekli programı yüklemeniz istenebilir) Görüntü üzerinde mouse basılı olarak geziniz Ancak yabancı yörelerden küçük yaşta alıkoydukları varisleri bizzat yetiştiren ve o yörenin tahtına atayan Osmanlı için II. Vlad’ın tahtta kalması söz konusu olamazdı. Baba II. Vlad bunun üzerine en küçük iki oğlu olan III. Vlad’ı (10) ve Radu’yu (Radu the Handsome – 7) Osmanlı padişahı II. Murat’a verdi. Sultan II. Murat bu iki çocuğu, gelecekte onun toprağını sadakatle yönetmeleri için eğitmek üzere en iyi öğretmenlerini ve en iyi olanaklarını sundu. Bunların yanında onlara arkadaşlık etmesi için gönderdiği kişi, gelecekteki “İstanbul’un Fatihi” olarak anılacak olan Mehmet’ten başkası değildi. Üç çocuk seneler boyunca çeşitli eğitimlerden birlikte geçtiler. Ancak Vlad’ın küçük kardeşi Radu, Sultan Murat’ın -ve yakışıklılığıyla saraydaki pek çok kadının da- gözdesi ve Mehmet’in en iyi arkadaşı olup çıkarken Vlad yalnız kalır ve o zamanlar belli etmese de Osmanlılara karşı tahta geçtikten sonra yüzeye çıkacak olan bir kin gütmeye başlar. Ayrıca devlet yönetimi ile ilgili eğitimin yanında Vlad’a daha sonra kullanacağı çeşitli işkence yöntemleri de öğretilmiştir.

Hükümdarlık Zamanları
III. Vlad’ın babası ve büyük kardeşi II. Mircea (soylular tarafından gözleri yakılıp canlı canlı gömüldü) öldükten sonra Osmanlı padişahı politik gücünü korumak için, anarşinin hüküm sürdüğü Wallachia topraklarının tahtına ‘kukla’ hükümdar olarak III. Vlad’ı atadı. Ancak bu hükümdarlığı, Macaristan’ın vekil prensi John Hunyadi’nin topraklarını işgali sonucu kısa sürdü ve III. Vlad, amcası II. Bogdan’a kaçtı ve 1451 yılına kadar koruması altında kaldı. II. Bogdan, Petru Aron tarafından suikasta kurban gidince Vlad, bir kumar oynadı ve Macaristan’a kaçtı. Vlad’ın zekasından, engin bilgisinden ve Osmanlı’ya olan nefretinden etkilenen Hunyadi, Vlad’ı affetti ve onu danışmanı olarak atadı. Daha sonra Vlad Hunyadi tarafından Wallachia tahtına geri atandı (1456). Elbette o sıralar Wallachia’da kaos hakimdi ve III. Vlad’ın hükümdarlık anlayışı da tamamen şundan ibaretti: “Olası bütün tehditleri ele.” Bu ‘olası tehditlere’, babasının (her ne kadar Türklerin boyunduruğu altına girdiği için nefret etse de) ve büyük kardeşinin ölümlerinden az ya da çok sorumlu olan soylular da dâhildi. Bir rivayete göre III. Vlad bu soyluları ve ailelerini Paskalya zamanında bir ziyafete çağırmış ve onlara, hayatları boyunca kaç tane prensin hükmettiğini sormuş. Neredeyse hepsinde en az yedi prensin hükümdarlığı geçmiş. III. Vlad bunun üzerine bu asilleri tutuklatmış ve yaşlı olanları kazığa geçirirken, genç ve sağlıklı olanları şu an bile Dracula’nın kalesi olarak bilinen Poienari Kalesi’ni kurmaya zorlamış. Hikâyelere göre, soylular kıyafetleri üzerlerinden düşene kadar çalışmaya zorlanmış, kıyafetler düştükten sonra da çıplak halde çalıştırılmışlar. 1459 yılında, adını eylemleriyle hak eden Kazıklı Voyvoda Vlad, 30,000 Alman göçmenini (Saxons) ve otoritesine karşı gelen Transilvanya memurlarını kazığa oturttu. O sıralarda Osmanlıların otoritesini tanımayacağını ilan etmiş olan III. Vlad, Macar kralı Matthias Corvinus ile ittifak kurarak, zaten onu yok etmeye yemin etmiş Türkleri daha da kızdırdı ve 1461 kışında Sırbistan ve Karadeniz arasındaki bölgeyi harap etti. Bunun üzerine İstanbul’un fatihi Sultan II. Mehmed, Bizanslı tarihçi Chalcondyle’a göre İstanbul’un fethinden beri toplanmış en büyük orduyla (250,000 kişi) birlikte Vlad’ın hükümdarlığına doğru yürüdü. Ancak Sultan, karşısında kazığa oturtulmuş 20,000 Türk esirinden oluşan bir ormanla karşılaşacağını tahmin edemezdi. Bu manzarayı gören Türk askerlerinin dehşeti ve sarsıntısına rağmen yaklaşık 30,000 kişilik kendi ordusuyla Vlad, Türklerin başkent Targoviste’yi almalarını engelleyemedi (4 Haziran 1462). Bu kadar büyük bir orduyla baş etmek için bir gerilla savaşı başlattı ve vur kaç saldırılarıyla geceleri pusu kurarak düşmanına zarar verdi. 16 – 17 Haziran gecesi Vlad ve birkaç adamı Osmanlıların kılığında Türklerin kampına sızıp II. Mehmed’e suikast düzenlediler; fakat başarısız oldular. Vlad’ın boyun eğmeyeceğini anlayan Sultan II. Mehmed savaşı Radu’ya devretti. Mehmed’in sadık bir arkadaşı olan Radu, Vlad’a destek vermeyen soyluları arkasına aldı ve 1462 Ağustos ayında Macar Kralı ile anlaşmaya vardı ve Vlad Macar kralı Matthias Corvinus tarafından hapsedildi. Her ne kadar Vlad’ın hapiste 1462’den 1474’e kadar kaldığı söylense de diğer varsayımlarla arasında büyük tutarsızlıklar var. Anlaşılan Vlad kısa süre içinde serbest kaldı ve kraliyet ailesinden Kontes Ilona Szilagy (Kral Matthias’ın kuzeni) ile ikinci kez evlendi (ilk karısı Türklerin istilasında kendini kaleden aşağı atarak intihar etti). Wallachia’yı geri aldığında (1476) eski evliliğinden bir oğlu ve ikinci evliliğinden iki oğlu daha vardı. Rus öykülerine göre Vlad en sevdiği ‘boş zaman geçirme hobisi’ni tutsaklığı sırasında da yapmış ve yakaladığı kuşlara ve farelere çeşitli işkence yöntemleri uygulamış.

Vlad Dracula’nın Ölümü
Sürgün zamanında Vlad’ı ayakta tutan dürtü muhtemelen o sıradaki Wallachia tacını takmış, Türk yanlısı, kendi küçük kardeşi Radu’ya karşı duyduğu kindi. Vlad Dracula ve Transilvanya prensi Stephen Bathory güçlerini birleştirip Wallachia’yı işgal ettiler ve ölmüş olan Radu’nun yerine getirilen Danesti klanından Basarab’ı kaçmaya zorladılar. Ancak gelin görün ki tahtı geri aldıktan sonra prens, ordusunun büyük bir kısmını da alarak Transilvanya’ya geri döner ve Vlad’ı kritik bir durumda bırakır. Türklerin gelmesiyle Vlad kendisini 4000’den az kişilik bir orduyla baş başa bulur. Vlad Dracula’nın ölümüne dair pek çok varsayım ve söylenti vardır. İlki Türklerle yapılan bir savaşta 1476 yılının Aralık ayında Bükreş’te öldüğüdür. Bir başka belge ise tam Türkleri vatanından sürerken ihanete uğrayıp bir soylu tarafından suikasta kurban gittiğini belirtir. Hatta zafer anında yanlışlıkla Türk sanılıp kendi adamları tarafından vurulduğuna dair söylentiler bile vardır. Ancak herkes tarafından kabul edilen bir gerçek var ki başı Türkler tarafından kesilip İstanbul’a gönderildi ve halkın gözleri önünde sergilenerek sonunda Kazıklı Voyvoda’nın öldüğü ispatlandı.

Vlad Dracula’ya Ait Öyküler (alıntı + çeviridir)

Altın Kupa
Vlad Dracula dürüstlük ve düzene karşı şiddetli ısrarcılığı ile tanınırdı ve hırsızlar, onları kazığın beklediğini bilerek nadiren onun hüküm alanında becerilerini gösterebilirlerdi. Vlad kanunlarının etkisine o kadar güvenirdi ki Tirgoviste meydanında altın bir kupa sergiledi. Kupa, Vlad’ın hükümdarlığı boyunca oradan hiç çalınmadı.

Hasta ve Fakirlerin Yakılışı
Refahın korunmasında titiz davranan Vlad bir gün topraklarında çok fazla fakir, dilenci, serseri ve sakat olduğunu fark etti. Wallachia’daki bütün fakir ve hastalara Tirgoviste’de yapacağı ziyafet için çağrı gönderdi. Hastalar ve fakirlerin hepsi büyük bir salona yönlendirildi ve bütün yemenin ve içmenin sonunda Vlad herkese şu soruyu sordu: “Başka ne arzu edersiniz? Bütün dertlerinizden kurtulmak, bu dünyada eksiksiz olmak?” Herkesten olumlu cevap aldıktan sonra Vlad bütün salonu ateşe verdi ve kimse canlı çıkamadı. Soylulara ise bu davranışını “artık kimseye yük olmayacakları ve kimsenin ülkesinde fakir olamayacağı” şeklinde açıkladı.

Yabancı Elçiler
Yabancı ülkeden iki elçi Tirgoviste’de Vlad’ın huzuruna çıktıklarında şapkalarını çıkarmayı reddettikleri için Vlad şapkalarının kafalarına çivilenmesini emretti. Böylelikle bir daha şapkalarını hiç çıkaramayacaklardı.

Koku Duyusu Güçlü Soylu
1459 yılında Vlad Dracula, St. Bartholomew Günü otuz bin tüccar ve soyluyu kazığa geçirtti. Emirlerinin yerine getirildiğini görmenin keyfiyle Vlad, kazıklı cesetlerden oluşan ormanın görüş alanına bir ziyafet kurulmasını ve soylularının ona katılması emrini verdi. Yemek sırasında Vlad, bir soylunun çürümüş cesetlerden ve boşalmış bağırsaklardan gelen kokuyu azaltmak için burnunu tıkadığını fark etti. Bunun üzerine Vlad soylunun hemen kazığa geçirilmesini, ancak onun kazığının daha yüksek olmasını emretti. Böylece duyarlı soylu pis kokunun üstünde kalacaktı.

Polonyalı Asilzade
Benedict de Boithor, Polonyalı bir asilzade, Vlad Dracula’yı Tirgoviste’de 1458 yılının Eylül ayında ziyaret eder. Bir akşam yemekte Vlad, altın bir kargının getirilip asilzadenin önüne dikilmesini emreder. Daha sonra soyluya kargının neden orada olduğunu sorar. Benedict bir soylunun prensin hatırını kırdığını ve Vlad’ın onu onurlandırmak için koyduğunu söyler. Vlad, gerçekten de bir soyluyu onurlandırmak için koyduğunu, ancak bu soylunun Polonyalı soylunun kendisi olduğunu söyler. Bunun üzerine Benedict ölmeyi hak edecek herhangi bir şey yaptıysa Vlad’ın en doğrusunu yapması gerektiğini söyler. Vlad Dracula, cevaptan memnun, soyluyu hediyelerle ödüllendirir ve başka türlü cevaplamış olsaydı derhal kazığa çakılacağını da eklemeyi unutmaz.

İki Keşiş
Yabancı topraklardan iki keşiş Vlad Dracula’yı Tirgoviste’de ziyarete gelirler. Kilise adamlarının tepkisini merak eden Vlad, onlara bahçedeki, cesetler sarkan dizili kazıkları gösterir. Fikirlerini sorduğunda ilk keşiş cevap verir: “Sen Tanrı tarafından günahkarları cezalandırmak için atanmışsın.” Öteki keşiş kendinde zalim prensi suçlayacak cesareti bulur. Alman öykülerinde hikâyenin bu kısmı, Vlad’ın dalkavuk keşişi ödüllendirdiği, diğerini ise kazığa oturttuğu yazar. Ancak Rus ve Rumen versiyonunda Vlad’ın dürüst keşişi cesaretinden ve dürüstlüğünden dolayı ödüllendirdiği, diğer keşişi de dalkavukluğundan ve yalancılığından kazığa oturttuğu anlatılır.

Son Olarak…
Kazıklı Voyvoda nam-ı diğer III. Vlad Dracula, tarihteki gelmiş geçmiş en zalim hükümdarlar listesinde yerini almakla kalmadı, günümüzde hayal gücümüzü besleyen ve adına bir sürü filmlerin yapıldığı, kitapların yazıldığı vampirlere de hayat verdi. Bu tarihi kişiliği keşfeden ve çok etkilenen Bram Stoker ilk vampir romanı olmasa da kült haline gelen ‘Dracula’ yı yazdı. Ancak onun Avrupa’nın Macaristan, Transilvanya gibi yörelerinden etkilenmesi tesadüf değil. Zalimliği ile ünlü hükümdarlar arasında sadece Vlad Dracula yoktu. Bir de Kanlı Kontes Elizabeth Bathory var ki söylenenlere göre Vlad Dracula zalimlik konusunda kendisinin eline su dökemezmiş. Onun hikâyesini bir başka hikaye elbette ki; ancak Vlad Dracula’dan sonraki yüzyılda yaşadığını ve Vlad ile dolaylı olarak ilişkisi olduğunu da söylemeden edemeyeceğim.

Vampir hikayelerinde böyle tarihsel kişiliklerden söz edilmez ancak bazılarında ipucular mevcut. Örneğin Japon animesi Hellsing’deki vampir Alucard karakterinin kim olduğu 12 bölüm boyunca tam bir sır olarak kalmıştır. Ancak 13. ve son bölümde Alucard’ın düşmanı Incognito, Alucard’a “Sen gerçekten kimsin?” diye sorar. Bunun üzerine Alucard’ın yüzünün yarısı kaybolur ve yerine gelen sima bizim Kazıklı Voyvoda Vlad’dan başkası değildir. Ayrıca Incognito Alucard’a ismini söylediğinde Alucard isminin ilginç olduğunu, kendisinin isminin de bir anagram (kelimenin harfleriyle oynayıp başka kelimeler yaratma sanatı) olduğunu söyler. Alucard’ın ismine bakarsak ‘Dracula’ nın tersi olduğunu görebiliriz. Bir de Karanlıklar Ülkesi (Underworld) filminde ilk vampir olan Alexander Corvinus’un soyadı da Vlad’ı hapseden Macar Kralı Matthias Corvinus soyundan alınmıştır. Yazı hikayeler dışında alıntı değildir ancak bütün bilgiler araştırmalarım sonucu edinildi, umarım ilginizi çekmiştir, şahsen Türklerin Kont Dracula’ya hayat veren kişiliğin hayatındaki etkisinin, tarihimizde pek geçmese de daha çok insan tarafından bilinmesi gerektiği kanısındayım. Hem çok da ilginç bir hikaye.

Romanya gezimizin diğer yazıları Bükreş ve Sinaia‘yı da okuyun.

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 2 YORUM
  1. Hidayet Çelik dedi ki:

    Çok detaylı bir yazı; teşekkürler.

BİR YORUM YAZIN