Kommagene
Kommagene Krallığı ve Nemrut Zirvesi bugün ‘Tanrıların Tahtı’ olarak adlandırılan Nemrut Dağı’ndan ve orada tüm haşmeti ve gizemi ile birlikte yükselen Kommagene Krallığı’na ait görkemli anıtlardan bahsedeceğiz. Bölgede eşi görülmemiş devasa boyutlarda heykeller ve 2000 yıldır antik dünyanın gizemlerinde saklı kalan bir krallık ve onların ölümsüzlüğü hedeflemiş kralları I.Antiochos…
Adıyaman il sınırları içerisinde bulunan,1987 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne girmiş olan Nemrut Dağı, aslında asıl ismi Anka Dağı olan Anti Toros dağ silsilesinin 2206 m yüksekliğindeki “Nemrut Zirvesi”dir. Nemrut Dağı’nı bu kadar değerli yapan, üzerinde bulunan antik mezar, anıtsal heykeller, mimari kalıntılar ve benzersiz manzarasıdır.
Eski çağlarda dağın yamaçlarında hükümdarlık yapmış olan Kommagene Kralı I. Antiochos, tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek ve ölümsüzleşmek için, Helenistik Dönemin en görkemli kalıntılarını burada bırakmıştır.
Kommagene Krallığı Nerede?
“Kommagene Krallığı nerede kurulmuştu ve Coğrafyası nasıldı” Soruları gezi tutkunları için merak konusudur. Günümüzde Kommagene Krallığı’nın çekirdeği olarak Adıyaman’ı ve ardından da Gaziantep ve Kahramanmaraş illerini de içine alan Edessa Krallığı ve yine güneyinde Suriye olan bölgede bulunuyordu. bir coğrafyayı kapsadığını söyleyebiliriz.
Geçmişte ise, batısında Kilikya yani Alanya’dan başlayıp doğuda Iskenderun Körfezi’nde son bulan bölge ile, kuzeyinde Kapadokya, güneyinde Osrohone Krallığı yani Urfa’daki Stratejik ve doğal kaynakları açısından çok önemli bir coğrafyada yer alan Kommagene Krallığı’nın bulunduğu bölge, Fırat Nehri geçitlerine ve ovalarına hakim bir noktadaydı. Çünkü, tabiri caizse Ağrı Diyadin’den doğan babası Murat ve Erzurum Dumludağ’dan doğan annesi Karasu Nehir’lerinin Elazıg’da doğurduğu Fırat Nehri, eskinin doğu ve batısını birbirinden ayıran doğal bir sınır çizgisiydi. Yani Roma Dönemi’ndeki Mezopotamya ve Anadolu’yu birbirinden ayıran bir sınırdı. Doğusu Mezopotamya, batısı Anadolu’ydu. İşte bu tampon bölgede iki geçit noktası vardı. Bir tanesi Seleukia, yani Fırat Silifkesi ya da diğer ismiyle Zeugma ve diğeri de Samsat’tı. Ve Samsat gelecekteki Kommagene Krallığı’nın başkenti olacaktı. Doğal kaynakları olarak inanılmaz Sedir Ormanları karşımıza çıkıyor. Bu Sedir Ormanları’nı daha çok Lübnan’da görürüz. Demek ki o devirde bu coğrafyada da Sedir Ormanları bulunuyordu.
Asur gibi büyük uygarlıkların fazlasıyla ilgisini çekmişti. Bunun yanısıra madenler ve özellikle demir madeni yönünden de cok zengindi. Asurlular bu zenginliklerinden dolayı ve çok önemli bir geçit noktası olduğu için bu coğrafyayı istememişler miydi? Bereketi sağlayan hırçın Fırat az da olsa taşımacılığı da izin veriyordu. Kelle denilen hayvan tulumlarının şişirilmesi ile oluşan sallarla taşımacılık yapılıyordu. Bölge ayrıca Antik Çağ’da demirin doğduğu yer olarak geçer. Ve görürüz ki bu halkın dinsel inancına da yansımıştır. Çünkü birçok yerde Zeus’u elinde demirden yıldırımlar taşırken görürüz.
Kommagene Krallığı’ndan önce bu coğrafyada MÖ 2. bin yıllarında Hititler’in hakim olduğunu görüyoruz. MÖ 1200’lerde tarihe Deniz Kavimleri Göçü diye geçen göçler sonucunda bu muhteşem imparatorluk yıkılır ve büyük bir kargaşanın sonunda Geç Hitit Beylikleri kurulur. Bunlardan en önemlileri Antep’te kurulan Karkamış Krallığı, Çukurova bölgesinde Que Krallığı, Maraş’ta Gurgum Krallığı ve Adıyaman Merkezli olarak Kummuh Krallığını görüyoruz.
İşte, Kommagene Krallığı’nın bulunduğu bu topraklarda takriben 11.yy da Kummuh Krallığı’nın hüküm sürmekte olduğunu görüyoruz. M.Ö.886 da bölgeyle ilgili yazılmış kayıtlara sahibiz. Ancak, yine görüyoruz ki, Kummuh Krallığı’nın sonu MÖ 700’lerde Asurlular tarafından getiriliyor.
Seleukoslar ve Kommagene
M.Ö. 600′ lü yıllara gelindiğinde, bu toprakların, Babil’in eline geçtiğini görüyoruz. Sonrasında ise büyük Pers İmparatorluğu’nun egemenliğine girer. Ta ki, Makedonya’dan yola çıkıp Hindistan’a kadar, neredeyse tüm dünyayı ele geçirecek olan Büyük İskender’e kadar. Buyuk İskender, MÖ 336 yılından,323 yılına kadar Makedonya kralı olarak hüküm sürer ve MÖ 13 Haziran 323 yılında Babylon’da yani bugünkü Irak’ta ölür.
Ölüm döşeğindeki İskender’e komutanlarının sorduğu, kimi ardıl olarak bırakacağı sorusunu yıllar sonra, ünlü yönetmen Olıver Stone’un Büyuk İskender filminde onu canlandıran Colin Farrel yanıtlar .Ve ,‘En güçlünüzü’,der.’ Savaşın, bulun’’ demek istemiştir aslında… Büyük İskender, o zamanlar bilinen dünyanın neredeyse tamamını işgal etmiştir. Sınırları Makedonya’dan Hindistan’a uzanan büyük bir imparatorluk kurar. Büyük İskender’in MÖ 323’te ölümünden sonra, generalleri, ailesi ve arkadaşları imparatorluğun kontrolü için savaşırlar. Diadokhlar Savaşı da denen bu savaş, Hellenizm döneminin başlangıcına işaret eder. İskender’in ölümünden sonra yaklaşık kırk yıl, önde gelen Makedonya generalleri bu büyük mirası kontrol etme iddiasıyla birbirlerine karşı çok şiddetli savaşlar verdiler. Ptolemaioslar Mısır’ı, Seleukoslar Karadeniz hariç tüm Anadolu ve hatta Indus Vadisine, yani Hindistan’a kadar olan bölümü ve Antigonoslar da Makedonya’yı alırlar. Böylece üç büyük Hellenistik krallık kurulur. Ve Kommagene’in bulunduğu bölge,Büyük İskender’den sonra yaklaşık 160 yıl Seleukosların egemenliğinde kalır.
M.Ö. 163’te politik sarsıntılar yaşayan Seleukos Krallığı’ndan kopmaya çalışan küçük krallıklar,büyük bir bağimsızlık savaşı veriyorlardı. Seleukos Krallığı’nın satraplarından yani valilerinden Ptolemaus ,krallığını ilan ederek, Seleukoslar’dan ayrılır ve Kommagene Krallığı’nı kurar. Ve Samosata yani Samsat’ı, bu küçük krallığın başkenti yapar. Ptolomaus’un soyu baba tarafından Oronteslere dayanıyordu yani Ermeni Krallığı’na. Ve Kommagene, o devrin süper güçleri olan Roma İmparatorluğu ve Pers Krallığı arasında tampon bir devletçikti artık.
Ptolemaus’dan sonra, oğlu Sames tahta çıkar. Sames,Pers ve Helen dünyaları arasında köprü konumuna sahip bir coğrafyada yaşadığını, kutsal Fırat Nehri’ne sahip olduğunu ve ucu bucağı olmayan demir madenleri ile stratejik açıdan muazzam bir konuma sahip olduğunu anlamıştı. Ve aynı İskender gibi, farklı kökenleri olan halkını birleştirmek için Yunan ve Pers dünyasını birleştirme çabasına girişti. Başkenti Samsat’ı Fırat Nehri’nın doğu batı arasındaki kapısı haline getirdi. Ve ardından oğlu Mitridathes Kallinikos tahta çıkar. Dönem küçük krallıkların büyük güçler karşısında yok olduğu bir dönemdir. İşte burada Sames yine dehasını ispat ederek oğlu Mithridathes’i, bir Seleukos Prensesi olan Laodike ile evlendirdi.
Gezginlerin ilgisini çekebilecek bir diğer yazı: Güneydoğu Anadolu Gezisi
Bu sayede Kommagene soyunu İskender’e de dayandırmış oldu. Sames bu diplomatik hareketiyle hem İskender’in, hem de Seleukosların itibarını elde etmiş oluyordu. Ama krallığın devamı için itibar tek başına yeterli değildi. Bu evlilikten I.Antiochos dünyaya geldi.MÖ 69-MÖ 36 yıllarında kendisini Epifane, ‘‘Fillo Romana’’ yani ‘Roma ve Yunan’ dostu olarak tanımlayan I. Antiochos tahta çıkar. Bu sırada bir süre Ermeni Krallığı’nın egemenliğinde kalan Kommagene, Ermeni Kralı Tigran’în Roma karşısında hüsrana uğramasının karşısında egemenliğini kazansa da, hala Roma ve Parth kavgası arasında kalmış küçük bir devlettir. Partlara karşı, Romalıların gücünden ustaca yararlanan ve hatta bu yüzden kendisine Fırat’ın ikinci kapısının yani Zeugma’nın hediye edildiği bir kraldır Antiochos.
Roma’ya karşı da kızını Pers prensine gelin vererek iki büyük güç arasında varlığını sürdürmeyi başaracak dehaya sahiptir. Ve onun döneminde krallık en parlak yıllarını yaşar. Keskin zekası sayesinde bu mücadele, dinsel inanç ve siyasi eğilimlerle sürdürülmüştür. Ta ki Pers damadının tarafını tutmak zorunda kalana kadar İ.Ö. 38’de Markus Antonius Part ordusunu yendi ve veliaht prens Pakoros’u öldürdü. Antiokhos kızı ve damadının acısını paylastı ve onlara yardım etmek istedi. Antiokhos savaştan kaçarak Kommagene’ye sığınanları himayesini altına aldı ve onları Marcus Antonius’a teslim etmeyi reddetti. Savas istemeyen Antiokhos esirlere karşılık, 25 bin ton gümüşe eşit olan 1000 talens teklif etti.
Zenginligiyle ünlü Kommagene’nin tüm altın ve gümüş varlığına göz koyan Markus Antonius sığınmacılara karşılık olarak Kommagene’nin tüm servetini istedi. Antiochus’un bu teklifi kabul etmesi söz konusu olamazdı. Roma bunun üzerine Kommagene’nin etrafını çevirdi. Ama maden yönünden zengin Kommagene’nin yaptığı çelik kılıçları ve okları hesaba katmamışlardı. Büyük bir strateji ile Roma ile yapılan bu savaşı Antiochos kazandı. Huzuru korumak için de 1000 talent vermesi gerekirken 300 talent vererek Antonius’la barış imzaladı. Onun dönemi Kommagene Krallığı’nın en güzel dönemiydi. Savaştan iki yıl sonra Antiochos ölecektir ve cok muhtemel Nemrut Dağı tümülüsüne gömülür.
Antiokhos’un kökeni anne tarafından Seleukoslar’a yani Iskender’e, ,baba tarafından Persler’e yani Darius’a dayanır. Antiokhos, adını yaşatmak için, daha hayattayken Nemrut Dağı’nın tepesine anıtsal heykellerle süslü görkemli bir mezar tepesi yaptırır. Akıl almaz masraflar ve insan emeğiyle yapılan bu kült programı, tanrı olma sevdasına kapılmış bir megalomanın şımarıklığından mı kaynaklanıyordu? Değilse neydi peki? Kendini tanrı olarak tanımlayan ilk kral da değildi. Özellikle de, Hellenistik gelenekte bu tanrı krallar, hiç yadırganmayan bir durumdu. Bunun sebebi, halkın kendisine bir kurtarıcı bulma zaaflarından kaynaklanıyor olabilirdi. Ancak Antiochos un diğerlerinden farkı, bu geleneği kendi şahsı etrafında, ülke çapında bir din ve kültür reformuna dönüştürmesiydi. Tanrılaştırdığı şahsıyla, halk arasında baskın bir ilişki kurarak, onları helenleştirmek, yani Batılılaştırmaktı amacı.
Tanrılarıyla el sıkışır şekilde yaptırdığı kabartmalarda, Tanrılara yakınlığı ile halkına göz dağı vermekteydi. Halkın dili kuşkusuz Yunanca değildi. Ama O, Nemrut Dağı’nda bulunan vasiyetnamesini Helenistik Dönem Yunancası ile yazdırmıştı. Halkın okuma yazma bilmediğini, elimize halktan yana hiçbir kayıt bulunmamasından anlıyoruz. Yine de kayıtları Yunanca tutturmuş ve rahipler aracılığıyla, dini seranomilerle, ilahilerle ve kurban şenlikleri ile halka aktarılmasını istemişti. En büyük gayesi, atası olduğunu iddia ettiği İskender’in doğu ve batıyı birleştirme politikasını sürdürmek, doğu kökenli halkına, batılı bir politik ve kültürel hüviyet kazandırmaktı. Ama o zamanın süper gücü Roma buna izin verecek değildi. Vermediğini, kendinden sonraki kralların yazıtlarında Antiokhos’un tanrısal kimliğinden hiç bahsedilmemesinden anlıyoruz. Buyuk ihtimalle, İskender’in başlattığı doğu-batı sentezini amaçlayan bu reformu başarılı olamamıştı. Zaten olması da imkansızdı. Çünkü doğuyu temsil eden, çok büyük bir güç Persler’le, batıyı temsil eden büyük güç Roma’nın uzlaşmaya hiç niyeti yoktu.
Ve İmparatorluk,Vespasianus Dönemi’nde,M.S.72 ,Küçük Asya Valisi Lucullus tarafından tarih sahnesinden silinerek Roma topraklarına bağlanırken, hazinelerinin büyük çoğunluğuna da Vali Lucullus tarafından el konulur. Asya vilayetlerinden elde ettiği bu gelirlerle Lucullus o denli zenginleşir ki,’lüx’ kelimesinin onun isminden türemiş olduğu söylenir.
Kommagene Krallığı, MS 17’de Roma İmparatorluğu’na bağlı bir devlet olarak yaşar ve MS 72 yılında, Vespasianus döneminde Kommagene, Roma’nın Suriye Eyaleti’ne katılır. Roma hâkimiyetinin MS 5. yüzyılda zayıflamasından sonra Bizans, Emevi, Abbasi ve Arap egemenliğine giren Adıyaman ve çevresi ardından Selçuklu hâkimiyetine girer. Bunu Moğol’lar, Memluklular, Dulkadiroğlu Beyliği ve 1521’de de Osmanlı hakimiyeti takip eder.
Kommagene İsmi nereden gelir?
Popüler internet söylemine göre adının etimolojik açılımı ‘Genler Topluluğu’ olarak söylenir ki “gene” kelimesinin genetik ya da genolojiden gelmiş olduğu düşünüldüğünden muhtemelen bir benzetme yapılmıştır. Ama aslında çok büyük ihtimalle, Kommagene ismi, bu coğrafyada kurulduğundan bahsettiğimiz Kummuh’tan gelir. Kummuh ismi Pers Dönemi’nde Kommah’a, Yunanlar döneminde de Kommagene’ye dönüşmüştür.
Dağın ismine Nemrut denmesinin sebebi nedir?
Tek tanrılı dinlerin düşmanlarına ,İbrahim Peygamber’i ateşe attığına inanılan Nemrut’tan beri bu isim veriliyor. İbrahim Peygamber’in Antiochos’tan en az 2500 yıl kadar önce yaşadığı düşünülürse, bu ismin verilmesi normaldir, diye düşünebiliriz. Bir de yöre halkı tarafından ölümsüzlük addettiklere kişilere geçmişte ‘nemird’,’namırıt’ denirdi.
Nemrut Dağı’ndaki kalıntıların bulunuş hikayesine gelince,
Bilim dünyasının Nemrut Dağ’ı zirvesindeki görkemli eserlerden ilk kez haberdar olması 1881 yılının sonlarına rastlamaktadır. O yıllarda arkeoloji en popüler mesleklerden biri olmuştur. Tarihçiler, keşfedilmemiş coğrafyalarda bilinmeyenleri ortaya çıkarmanın verdiği mutluluk içindeyken, hazine avcısı bir kısım da zengin olmanın keyfini çıkarıyordur. İşte bu yıl, Berlin’deki Prusya Kraliyet Bilimleri Akademisi’ne bir mektup gelir.
O sıralar, Diyarbakır Vilayetinde, Bağdat Demiryolu Hattı keşif calışmaları yol yapım işlerinde başmühendis olarak çalışan Karl Sester adlı bir Alman, yöre halkından öğrendiği, Doğu Antitoros Dağları silsilesinden Anka Dağları’ndaki bir zirvedeki çok sayıda ve muazzam büyüklükte heykellerden bahseder. Ve bu heykellerin Asur heykelleri olduğu konusunda ısrarcıdır. Anlattıklarına göre, devasa heykeller sırt sırta iki terasta yer almakta ve bunlar bir tepeyle birbirinden ayrılmaktadır. Alman otoritelerin ilgisini çeken Nemrut Tümülüsü ile ilgili ilk araştırma, 1882 yılında arkeolog Otto Puchstein ile Karl Sester’den kurulu bir ekip tarafından gerçekleştirilir.
Zorlu ve maceralı bir yolculuktan sonra iki bilim adamı 4 Mayıs 1882´de Nemrut Dağı´na ulaşırlar. Puchstein, Doğu Terası’nda, tahtlar üzerinde oturan heykellerden birinin elinde tuttuğu bir sembol fark etmiş ve Yunan Tanrı’larından Herakles´in de hep böyle dikenli bir sopa görünümündeki bir lobutla tasvir edildiğini düşünmüştür. Puchstein, üzerinde heykel gövdelerinin oturur vaziyette olduğu tahtların arkasına geçtiğinde, 5 cm yüksekliğinde 237 satır uzunluğunda Grekçe harflerle yazılmış kült yazıtının yani Nomos’un yer aldığını görmüş ve hemen bu yazıtı çözümlemeye çalışmıştır. Yıpranmış harfleri çözümlemeye çalışırken, Batı Terası’na geçtiğinde oradaki tahtlarında arkasında aynı Nomos’un yazılı olduğunu görünce, çok büyük heyecana kapılır. İki yazıtın birbirinin eksiğini tamamlamasıyla ortaya çıkan sonuçta, burasının bir Asur kalıntısı değil de Helenistik Krallıklar’dan biri olan Kommagene Krallığı’na ait bir kutsal mezar olduğunu öğrenir. Hierothesion denilen görkemli tapınaksal mezar anıtının üzeri, 30 bin metre küp hacmindeki kırma kireç taşlarından oluşan 50 metre yüksekliğinde bir suni tepe yani tümülüs ile örtülmüştür.
Tümülüs,en kısa anlatımıyla, üzeri toprak ya da kırma taş ile örtülmüş mezar anıtı, demektir. Tümülüsün doğu ve batısında devasa heykellerin ve kabartmaların yer aldığı iki teras bulunmaktadır. I.Antiokhos, her terasta kendi heykeli ile birlikte tahtlar üzerinde oturan 9 metre yüksekliğinde devasa tanrı heykelleri diktirmiştir. Herbiri yaklaşık 7-8 ton ağırlığındaki büyük taş bloklarının işlenmesiyle ve üst üste konmasıyla, parça parça yapılmış bu tanrı heykelleri her iki terasta da aynı sırayla; soldan sağa Tanrı-Kral I.Antiokhos Theos’un kendisi, yanında ülkenin Ana Tanrıçası Kommagene Fortuna Tyche, tam ortada Baştanrı Zeus-Oromasdes yani Pers Tanrısı Ahura Mazda, onun yanında Apollon-Mithras, Hermes Helios ve en sağda Herakles-Artagnes. Ares yer almaktadır. Antiochos, her bu vasiyetnamesi ile kim olduğunu ve hangi krallık olduklarını bizlere apaçık söylemiştir.
Dağda yapılan arkeolojik kazılardan bahsedersek, 1882 de arkeolog Otto Puchstein ile başlayan kazıları Osmanlı İmparatorluk Müzesi adına kontrol etmek üzere Osman Hamdi Bey ve Osgan Efendi gönderilirler. Onların ardından yaklaşık elli yıl çalışmalara ara verilir. 1936-37 yıllarından itibaren genç arkeolog F. Karl Dörner Nemrut’la ilgilenmeye başlar. Dörner, II. Dünya Savaşı’nın ardından 1951 yılında, Kommagene ve özellikle Nemrut Dağı ile ilgili gerekli çalışmaları tanımlamak amacıyla tekrar bölgeye gelir. Dörner’in önceliği, Arsemia’da kazı yapmak olmakla birlikte, Nemrut’a ilgisi de devam etmektedir. Aynı yıl, Theresa Goell de Nemrut Dağı’ndadır. Bu iki grup Nemrut Dağı ve Kâhta Çayı(Nif cayı) kıyısındaki Arsemia’da ortak çalışmalar yapmak üzere anlaşır. Goell, 1953 de dağa ilk geldiğinde genç bir arkeologdur.
Neredeyse 32 yıl Nemrut’ta Kral Antiochos ıle güneşi birlikte doğurur, birlikte batırır. Bir çok sondaj ve kazı yapar Antiochos’una ulaşmak için. Ama ulaşamaz. Taki artık saçları ağarıp kazı yapamaz hale gelene kadar.1985’ de son kez vedalaşır Antiochos’uyla ve Amerika’ya döner.4 yıl sonra bir adam elinde gümüş bir kutuyla dağa çıka gelir. Ve tam da güneş doğduğunda içindeki külleri savurur. Sonunda Teressa Antiochos’una kavuşmuştur. Ama ününü Afrodisias Antik Kenti’nin keşfinde büyük rol oynayan Ara Güler sayesinde bulur. Güler, bir Fransız televizyonu ile birlikte belgesel ve fotoğraf çalışması yapmak üzere Nemrut’a gelir.1958 yılında gerçekleşen bu ziyaretin haberi Almanya ve Fransa başta olmak üzere dünyada 100’ün üzerinde sanat ve haber dergisinde yayınlanır.
Nemrut Heykelleri Nerede?
Nemrut Dağı, heykelleri ile ün salmış tarihi bir bölgedir. Konuyla ilgili olarak “Nemrut heykelleri nerede” merak edilen konulardandır. Türkiye’nin Adıyaman iline bağlı Kahta ilçesi yakınlarında yer alır. Bu dağ, 2.150 metre yüksekliğinde olup, UNESCO tarafından 1987 yılında Dünya Mirası Listesi’ne alınmıştır. Nemrut Dağı’nın zirvesindeki heykeller ve anıtsal mezar, Kommagene Krallığı’nın en önemli kralı olan I. Antiochos adına MÖ 62 yılında yapılmıştır.
Zirveye ulaşmadan önce servis araçlarımızdan inip belediyenin tahsis ettiği tesiste kısa bir ihtiyaç molası verdikten sonra, sonra, belediyeye ait minibüslere binerek, 3 dakika kadar yol alarak minibüslerden iniyoruz. Bizi bu yolculuktan sonra 600-650 m uzunluğunda bir tırmanış bekliyor.
Zirveye iki çıkış alternatifi var. Biri soldan ki bu öncelikle Batı terasına çıkarıyor, diğeri de doğudan çıkış. Biz merdivenlerin düzgünlüğüne bakaraktan Batı Terası merdivenlerinden çıkmayı tercih ediyoruz. Tırmanış çok zorlu değil. Merdiven aralıkları oldukça uzun. Sadece son 150 m de sık basamaklar yer alıyor. Çok kolay olmamakla birlikte, yukarıda görülecek güzelliği düşününce ,umursanmayacak bir zorluk. Yukarıya ulaştığımızda öncelikle Batı terası çıkıyor karşımıza. Hem gün doğumu, hem gün batımı öncesinde Batı Terası‘ndan geçerek Doğu Terası’na gidiyoruz. Gün Batımı’ndan önce Doğu Terası’ndaki devasa heykel başlarını ve tahtlarını görüyoruz.
Başlar ya kült alanının yapımı yarım bırakıldığı için yerlerine yerleştirilmedi ya da yerleştirildikten sonra rüzgar ve depremler sebebiyle düştü. 1882’de Osman Hamdi Bey buraya geldiğinde Kommagene Tyche’nin başı, gövdesinin üzerindeydi. Sonradan o da yerinden düşer. Tümülüs üç terastan oluşuyor. Doğu ve batı terasları benzer şekilde düzenlenmişken, kuzey teras tamamen farklıdır. Kuzey teras geçiş koridoru gibi düzenlenmiştir. Neredeyse simetrik şekilde düzenlenmiş doğu terasta tümülüse sırtını dayamış dev heykel başları ve kaideleri ile Goell’in basamaklı piramit olarak tanımladığı, kurban törenleri için yapılmış sunak bulunur.
Batı çeperi istinat duvarı ile genişletilmiş olan daha dar ve asimetrik düzenli batı terasta tümülüsün eteğinde kolosal heykeller, güney ve batı kenarlarında ise sunaklı stel kaideleri bulunur. Bu terasta 1882’de ortaya çıkarılan dört adet tokalaşma kabartması ile Aslanlı Horoskop bulunur. Nemrut Dağı Tümülüsü batı terasındaki Kral I. Antiochos’un tanrılarla tokalaşma sahnelerinin resmedildiği kumtaşından yapılmış steller arasında bir de Aslan Horoskobu bulunur. Puchstein’in alana ilk geldiği 1881 yılında, tümülüs üzerinden kayan çakılların altında kaldığı için tespit edilemeyen bu steller ve Aslanlı Horoskop daha sonradan yapılan kazılar sırasında ortaya çıkarılmıştır. Bugüne kadar ele geçen bilinen en erken Grek horoskopu olan Nemrut Dağı Aslan Horoskopu yaklaşık 1.75 metre yüksekliğinde ve 2.40 metre genişliğindedir. Gövdesinde ve çevresinde toplam 19 adet yıldızla, boynunda bir hilal bulunur. Aslanın sırtında yer alan daha büyük boyuttaki üç yıldızın üzerinde Grekçe harflerle Mars, Merkür ve Jüpiter adları yazılıdır. Antiochos, Helen Tanrılarım dediği tantılardan Mars ile Ares’ten , Merkür ile Hermes’ten, Jüpiter ile de Zeus’tan bahsetmektedir çok muhtemel.
Horoskopta yer aldığı düşünülen tarihin tümülüsün kesin inşa tarihi konusunda bir veri oluşturabileceği düşünülmüş ve 7 Temmuz 62 tarihi saptanmıştır. Bu tarihin de Antiochos’un tahta çıkış tarihi olduğu düşünülmektedir. Bu steller, 2003’te alandaki Geçici Restorasyon Laboratuvarı’na taşınmıştır. Doğu ve batı teraslardaki kireçtaşı heykeller dizisi Kral Antiochos’la birlikte dört tanrı heykeli ile iki yanda birer çift koruyucu aslan ve kartal heykellerini içerir. Üst kottaki platformlarda yer alan dev heykeller anıtsal bir etki yaratırlar. Kommagene’nin doğu ve batı arasındaki birleştirici konumuna atfen tanrı heykelleri Helen ve Pers isimleri ile birlikte adlandırılmıştır.Bu heykellerle birlikte,gün doğumuyla doğudaki tanrılarını, gün batımıyla da batıdaki tanrılarını selamlarlar.
Antiochos, başarılı bir hükümdardı. Romalılara karşı kazandığı zaferle de halkı karşısında çok büyük itibar kazanmıştı. Birşeyler yapmalıydı. Tarihe adını sonsuza dek kazıyacak birşeyler. Ve hayatının en büyük projesini buldu. Nemrut’un zirvesine bir anıt mezar yapacak ve bu mezar başarısının bir göstergesi olarak onu ölümsüzlüğe taşıyacaktı. Kendisi de tanrılara edilecek olan dualardan payını alacak ve tarihteki yerini sağlamlaştırarak ,ölümsüz olacaktı. Daha hayattayken kendisini tanrı olarak göstermesi, öldükten sonrası için kendisine bir kült mezar yaptırması ve senede iki kez halkının kendisi ve tanrıları için tören düzenlemesini emretmesi ona herkesin gözünde ölümsüzlük kazandıracaktı. Ve bu sebeple çok büyük bir inşaat projesine başladı. Nemrut Dağı, bu çapta bir inşaata hiç uygun değildi. Yakınlarında su yoktu. Rüzgarın gücü inanılmazdı. Ama, Antiochos hayatının sonuna kadar kült mezarını bitirmeye çalıştı. Bitirebildi mi? bilmiyoruz. Çünkü bazı arkeologlar yarım kalmış kabartmalar sebebiyle, anıtın hiçbir zaman bitirilememiş olduğunu düşünüyorlar. Dolayısıyla da öngördüğü törenlerin hiçbir zaman yapılamadığını söylüyorlar.
Yıllarca burada kazı çalışmaları yapılmış ,ama Antiochus’un mezarına ulaşılamamıştır. Her çalışma tümülüse zarar vermiştir. En son 1989 da Dr.Sencer Şahin tarafından yapılan jeofizik çalışmalarında üç boşluk olduğu sonucunu verdi. Araştırmacılar bu boşlukların her iki terastaki Zeus ekseni üzerinde olduğunu düşünüyorlar. Ancak bu boşlukların ne olduğu ancak ileride yapılacak olan testlerle ortaya çıkarılabilir.
Gün Batımı’nda arkamıza aldığımız devasa heykellerin azametiyle batan güneşe Antiochos’un gözleriyle bakarak ve onun vasiyetnamesine yazdığı sözleriyle vedalaşıyoruz;
“Her kim ki; bu düzenin kutsal abidesini bozar ya da zarar verirse, yalnız kendisi değil, aynı zamanda tüm soyu sopu rahmetli atalarımın ve tüm Tanrıların hışmına uğrasın, ta ki cezasını tamamıyla çekinceye kadar”
Özetle oradayken kalıntılara aman zarar vermeyin 🙂