Filipinler Gezi Rehberi

Filipinler 7.000 adadan oluşan bir adalar topluluğu olduğu için gezilebilecek çok nokta var ve tabii ki bir o kadar da gezmesi zahmetli bir ülke. En önemli konulardan birisi hangi noktaları gezinize dahil edeceğiniz. Biz gezimizi Manila’dan Filipinler’e girerek (ama orada hiç konaklamadan) Coron, Puerto Princesa, El Nido (bu üç nokta Palawan’da), Bohol ve Boracay’ı görecek şekilde planladık
Genellikle ülkeye havayolu ile giriş noktası Manila ancak Manila çok kaotik olduğu ve tekin bir şehir olmadığı için buradan aynı gün aktarma yaparak Coron’a geçecek şekilde plan yaptık ve Manila’da hiç konaklamadık.
1.gün
Manila Filipinler için giriş noktası ve buraya birçok havayolu ile ulaşmak mümkün. Bizim tercihimiz Singapur Airlines (SA) oldu.
Kış aylarında Ankara-İstanbul aktarmasında hava koşullarına bağlı olarak sorun yaşanabildiği için işi garantiye almak istedik ve bir gece önce İstanbul’a gelerek havalimanına çok yakın bir otelde kaldık.
2.gün
Ertesi gün otelin güzel kahvaltısından sonra artık Atatürk Havalimanındayız. Her zaman hizmet kalitesi ile ünlü olan SA’da check-in işlemi sırasında bir tatbikata denk geldik. Bunca yıldır sık sık uçuşumuz oluyor bu uygulamaya ilk defa rastladık.
Bir sistem çökmesi vs durumunda işlemlerin nasıl yürüyeceğini test etmek için tatbikatları varmış; böyle bir andaki durumu simüle ettikleri için boarding kartları bile elde doldurarak check-in işlemini tamamladılar ve bu bizim 1,5 saat kuyrukta beklememize neden oldu. Tabii ki arkasında OHAL nedeniyle uygulanan ek prosedürler, pasaport ve güvenlik kontrolleri sonrası saat 11:00’de geldiğimiz havalimanında saat 14:25’deki uçağımıza ancak yetiştik. Buna ilaveten Atatürk Havalimanının en son kapısı olan 700 nolu kapıdaydı uçağımız, burada havalimanı bitiyor diyebiliriz. Neyse sonunda uçağa girdik ve Singapur Airlines’ın güzel hosteslerini görünce içimizi bir huzur kapladı. Buna ilaveten bizi güzel bir sürpriz bekliyordu ve neredeyse uçağın yarısı, çıkış koltukları bile boştu.
3.gün
Biz de yanımızda kimse olmadan ve çok rahat bir şekilde Singapur aktarmalı olarak Manila’ya ulaştık. İstanbul-Singapur arası 10,5 saat bir uçuş gerektiriyor. Singapur Havayollarının değişik bir uygulaması var; aktarma için havalimanında bulunduğunuz sırada i-shop adı verilen kontuardan bir nevi havalimanı vergi iadesi gibi sadece orada ve uçuştan önce harcamanız için size 20 Singapur doları değerinde hediye çeki veriliyor ve bunu sadece havalimanında harcayabiliyorsunuz.
Singapur’da 3,5 saatlik bir aktarmadan sonra yine 3 saatlik bir uçuş ardından Manila’ya indik. Manila’da Cebu Pacific’ten aldığımız iç uçuşumuz için 2 saatlik bir aktarma süremiz vardı. Bu kısıtlı süre içerisinde pasaporttan geçtik, bavullarımız aldık ve para bozdurduk. Birçok ülkenin aksine Filipinler’de havalimanında iyi bir kur değeri veriliyor. 1 USD yaklaşık 50 peso. Bu nedenle tüm gezi için harcamayı düşündüğünüz rakamı tek seferde Manila Havalimanında da bozdurabilirsiniz. Filipinler’in tümünde iç hat uçuşlarında ve birçok limanda 2-3 dolara denk gelen küçük vergiler ödemeniz gerekiyor ama Coron uçuşumuz için vergi yoktu. Manila-Coron uçuşu 1 saat sürüyor ve uçuş sonunda çok küçük ve iniş manzarası çok güzel bir havalimanı olan Busuanga Havalimanına iniliyor. Artık ekip olarak çok yorgunuz ama hala otelimize varmak için 20 dakikalık bir yolumuz var. 2 ayrı shuttle ile 20 dakika sonra Coron’un tepelerinde bir pozisyonda bulunan otelimiz vardık. Otelimizden çok memnun kaldık; bu otele rezervasyon yapmak için tıklayın.
Saat henüz erken olduğu için 1 saat bir duş arası verdikten sonra tekrar buluşarak Coron merkezine inip yemek yemeğe gitmeye karar verdik. Zaten çok alternatif yok ama kararımız tavsiye edilen “Lobster King”den yana oldu. 6 kişi taşıyan motorlu tuk-tuk’lar ile adam başı 30 peso vererek şehre indik.
Mükemmel görünen okyanus balıklarının görüntüsüne rağmen saatler süren bekleme sonunda gelen soğuk ve kötü servis edilen balıklar beklentimizi karşılamadı; tek tesellimiz yerel bira Red Horse oldu.
Yemek sonrası artık çok yorgun bir şekilde tuk-tuklara binerek otele oradan da odalarımıza geçiyoruz.
4.gün
Kahvaltı sonrası otelimizden çıktık. Coron’un ana aktivitesi tipik Filipin tekneleri ile koyları dolaşmak, denize girmek ve snorkeling yapmak. İlk durağımız Coral garden oldu. Çoğu daha derinlerde olduğu için scuba dalıcılara hizmet veriyor ancak bu koydaki gemi daha sığda ve snorkeling ile görülebiliyor. Yine bu koyda yaklaşık 100 m uzaklıkta mercanların çok çeşitli ve canlı olduğu bir bölge var ki bu nedenle Coral Garden (Mercan Bahçesi) ismi ile anılıyor.
Post from RICOH THETA. #theta360 – Spherical Image – RICOH THETA
Sonraki durağımız ise yemek yediğimiz Beach 91 oldu. Bu ada ismini 91 Lisesi adı verilen bir liseden alıyor. Coron’daki bu lise mezuniyet partilerini hep bu koyda yaptığı için bir süre sonra koy da lisenin adı ile anılır olmuş. Küçücük bir kumsala ve birkaç yemek yenilen barakaya sahip koyda önceden hazırlanmış açık büfe yemeğimiz bizi bekliyordu.
Filipinler’de servis yavaş olduğu için ve çok acıktığımız için yemeğin bizi beklemesi harika oldu. Bu defa litrelik Red Horse biralarla da burada tanıştık. Yemek sonrası artık sonraki durak olan Twin Lagoon için yoldayız. Yoldayız diyoruz ama bu noktaların arası 15 dakika ile yarım saat arası en fazla.
Twin Lagoon adından da anlaşılacağı gibi İkiz Lagoonların ara bir bağlantı ile birbirine bağlandığı insana “cennetteyim sanırım” dedirten bir yer. Burada tekne ilk lagoonda demirliyor yüzerek ikinci lagoona geçiliyor. Burayı çok sevdiğimiz için tahminimizden fazla kaldık ve keyfini çıkarttık. Sıra şimdi son durağımız olan Kayangan Lake yani Kayangan Gölü’nde; Google amcada Coron yazdığınızda karşınıza gelen ilk fotoğraf buraya aittir. Ancak bu klasik Coron fotoğrafı Kayangan Gölüne değil göle çıkış yolundaki bir manzara noktasına ait ve o gölün kendisi değil koy. Göle ulaşmak için ne çok zor ne de çok kolay olan basamaklarla önce bu manzara noktasına ulaşıyorsunuz orada bu klasik fotoğrafı çektirdikten sonra diğer tarafa yani göle doğru inişe geçiyorsunuz.
Kayangan Gölünde tatlı su oranı yüksek olduğu için yüzmek biraz daha zor ve yoruyor. Bu yorgunlukta gelirken çıktığınız ve indiğiniz basamakların da rolü olabilir tabii ki. Burada da bir süre vakit geçirdikten sonra artık dönüş yolundayız. Oldukça yorgun bir şekilde otelde varıyoruz; bir kısım arkadaşımız otelde masaj yaptırdı bizim gibi. Filipinler’de masaj çok yaygın, her yerde masaj yaptırma olanağı bulabiliyorsunuz ve oldukça ucuz; 1 saat masaj 12 USD. Aramızdan bir çift Coron’da bizden ayrıldı ve yemek yedikten sonra otele döndü; akşam yemeği için 2 önemli alternatiften birisi olan La Sirenetta’yı denemişler ve çok menün kalmışlar. Ancak toplu olarak gitseydik yine bir gün önceki sıkıntıları yaşardık diye tahmin ediyorum.
5.gün
Bugün yolumuz uzun; sabah erkenden araçlarımızla limana geçiyor sonra feribotla 4 saatlik bir yolculukla El Nido’ya varıyoruz. Bu feribot yolculuğu bazı arkadaşlarımızda deniz tutmasına neden oldu ve oldukça etkilendiler. El Nido’ya varışın ardından yine araçlarla otelimizin olduğu Las Cabanas Plajı’na gidiyoruz.
Las Cabanas Plajının tek girişi var ve otel dik bir merdivenin arkasından 300 m civarında yürüme mesafesinde. Bavulları otelin görevlilerine ve oradan bekleyen tuk tuk sahiplerine taşıtarak otele varıyoruz.
Bugün oldukça yorucu oldu bu nedenle merkeze inmemeye karar verdik ve Las Cabanas Plajının en uç noktasında önce harika bir gün batımına şahit olduk. Daha sonra ise geç saatlere kadar Las Babanas Resort’de akşam yemeği yedik ve müzik keyfi yaptık. Ankara’dan plajda dinlemek üzere yanımda getirdiğim bluetooth hoperlörler sadece bir gece işe yaradı ama değdi.
6.gün
Bugün El Nido’yu El Nido yapan aktivitelere yani ada gezilerine başlıyoruz. Burada ada turları A,B,C ve D olarak adlandırılmış. Bizim Tur A ve Tur C’yi yapma planımız vardı ancak Tur C açık denize fazla çıktığı için ve ekibimizden bazı arkadaşlarımız denizden feribot yolculuğunda çok etkilendiği için riskli olan Tur C yerine B’yi yapmaya karar verdik.
İlk günkü turumuz Tur A, ertesi gün ise Tur B şeklinde idi. Ancak hava durumuna göre Tur B sıklıkla iptal olabildiği için turumuzu organize eden şirket hava iyiyken ilk gün Tur B yapmamızı Tur A’nın iptal ihtimalinin hemen hemen hiç olmadığını söyledi. Biz de Tur A ile B’nin yerini değiştirdik ve ilk gün Tur B’yi yapmaya karar verdik.
Post from RICOH THETA. #theta360 – Spherical Image – RICOH THETA
Tüm gün süren bu Island Hopping’de; bizi tam anlamı ile tropik bir adada hissettiren Entalula Island’ı gördük ve burada eğlenceli fotoğraflar çektirdik. Bir sonraki durağımız Snake Island idi. İki adayı birleştiren Sand Bank yani uzun kum tepeciği çok hoş bir manzara oluşturuyordu. Bu kum yolu üzerinde yürüyüş yaptık ve daha sonra harika hazırlanan öğle yemeğimizi bu adanın sahilinde yedik. Takiben Cudugnon Cave ve Catedral Cave mağaralarını gördük. Bir kişinin eğilerek hatta sürünerek zor girdiği bir girişle ulaşılan mağaralardan Katedral Mağarası daha etkileyici idi. Son olarak İsrail Survivor’un çekildiği ve Fransız Survivor’u için hazırlık yapılan tropikal görünümlü Pinagbuyutan’ı Island’a gittik burada bazı arkadaşlar kısa da olsa Yoga yaptılar. Önce dış kısmında snorkelling yaptığımız bu adanın konumu ve manzaraları inanılmaz etkileyici idi.
Takiben El Nido ana karasına ve otele döndük. İlk gece Las Cabanas plajında gün batımını izleyerek akşam yemeğimizi plajın en uç noktasındaki resortde yediğimiz için bu geceyi de El Nido kasabasında geçirmeye karar verdik. Yine tuk-tuk’larımıza binerek merkeze indik ve rehberimizin bize tavsiye ettiği Cafe Art’a gittik. Cafe Art’da yer bulamadığımız için tam karşısındaki La Salangane’de yedik yemeğimizi. Bu mekânın yemeklerinden, servis hızından ve hızlı free internetinden çok hoşnut kaldık. Dönüş yine tuk-tuklarla Las Cabanas plajındaki otelimize.
7.gün
Yukarıda bahsettiğimiz gibi bugün de Tur A’yı yapmaya başladık sırası ile; Hidden Lagoon’u gördük. Burası daha ufak bir girişten girilen harika bir lagoon; tam bir saklı cennet diyebiliriz. Daha sonra snorkelling yapmak için Shimizu Plajı‘na geçtik. Bu bölge de birçok Filipinler noktası gibi çok güzel bir sualtı dünyasına sahipti. Bir sonraki nokta Small Lagoon yani Küçük Lagoon du; buradaki mesafe yüzmek için uzun olduğu için kano kiraladık ve ikişer kişilik gruplar şeklinde kano yaptık. Öğlen yemeğimizi de Small Lagoon’un yanındaki plajda yedik. Tur B ve Tur A’yı yaptığımız bu iki günde de tekne elemanları bizlere teknede çok güzel yemekler hazırladılar ve bunları harika plajlarda hazırladıkları sofralarda bu şartlarda hazırlanmasını beklemediğimiz kadar güzel sundular.
Küçük Lagoon’un üzerimizdeki etkisi geçmeden Büyük Lagoon doğa güzelliğini zirveye taşıdı. Burası daha da uzun bir mesafe olduğu için burada da ikişerli gruplar şeklinde kano yaptık. Dünyada gördüğümüz en güzel yerin Büyük Lagoon olduğunu söylesek hatalı olmaz sanırım. Zaten muhteşem bir doğa harikasının üzerinde kano yaparken hafif bir yağmurun bir ara bize eşlik etmesi çok egzotik bir ortam yarattı. Daha sonra El Nido karasına en yakın plaj olan Seven Commandos Beach’e geçtik. Burası II.Dünya savaşı sırasında adaya sığınan ve belli bir süre bu adada yaşadıktan sonra burada Japonlar tarafından öldürülen yedi Amerikan Komandosundan alıyor adını. Burada da bize hafif bir yağmur eşlik etti. Adadaki barda mango-rom içtikten sonra Las Cabanas’a geri döndük.
8.gün
Sabah saat 05:30’da yola çıkarak virajlı bir yolda 5 saatlik bir yolculuk ile Palawan adasının daha güneyinde ve aynı zamanda adanın başkenti olan Puerto Princesa’ya geçiyoruz. Buraya gelmemizin ana nedeni bir dağın altındaki kireçtaşı tabakalarının arasında oluşmuş olan 8 km uzunluktaki Under Ground River’ı (UGR) görmek.
Yarı tatlı yarı tuzlu suyu olan nehrin 4 km’sine ulaşılmış 1,4 km ise ziyarete açık. UGR’ı görmek için önce Sabang‘a ulaşmanız gerekiyor. Orada UGR için aldığınız biletle size bir numara veriliyor ve bu numara ile çağırılmayı bekliyorsunuz. Sıranız geldiğinde her tekneye 6 kişi olmak üzere teknelere biniyorsunuz ve yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuk ile mağaranın girişine ulaşıyorsunuz.
Post from RICOH THETA. #theta360 – Spherical Image – RICOH THETA
Bu yolculukta ve tekneden inerken ıslanma ihtimaliniz çok çok yüksek bu şekilde hazırlıklı olmalısınız. Sizi getiren teknenin bir numarası var ve bu numara teknede size verilen cankurtaran yeleklerinde yazılı. Bu önemli çünkü dönüşü aynı numaralı tekne ile yapıyorsunuz. Tekneden indikten sonra bir audio-guide sistemi dağıtılıyor ve ingilizce olarak mağara içinde bilgilendirme yapılıyor. Buradaki tekneler de 6 kişilik, bilgilendirme yapılırken tekneyi süren kişi elindeki fener ile sizin nereye bakmanız gerektiğine konusunda yönlendiriyor.
Dünyanın farklı bölgelerinde mağara ya da mağara içinde göl gördük ama buranın dünyada bir benzeri yok. O kadar çok farklı oluşum, şekil, erezyon tipi ve renk var ki nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Bazı şekiller bazı nesnelere benzetilerek isimlendirilmiş ve rehber bunları tek tek size gösteriyor. Özellikle Katedral adındaki bölüm akıllardan çıkmayacak cinsten. Bu arada içeride çok ciddi bir yarasa kolonisi var. Bu kadar çok sayıda ve bize bu kadar yakın yarasayı bir arada ilk defa gördük. Yaklaşık 50 dk süren geziden sonra tekrar aynı teknemiz ile limana geri döndük.
2 saat uzaklıkta İwahig’de Ateş Böceği Gezisi yapacağız ve hava karardığında orada olmamız gerekiyor bu nedenle burada biraz oyalandık. Bu noktada çok sayıda meyve suyu satıcıları bulunuyor. Özellikle Guayabano-Rom ve Mango-Rom olanlarını şiddetle tavsiye ederiz.
Bu deneyimden sonra yola koyulduk. İwahig’e vardığımızda kuru sezonda olmamıza rağmen çok şiddetli bir yağış vardı.
Filipinler’de yağışlı ve kuru olmak üzere iki sezon var deniyor ama buna yağışlı ve az yağışlı sezon demek daha doğru. Bir süre bekledikten sonra neyse ki yağış durdu. Burada kötü şans iyi şansa dönüştü; eğer yağmur durmasaydı gezi iptal olacaktı ve yağmur kesildi. Tam tersi olarak da Ateş Böcekleri en güzel olarak yağmurdan hemen sonra gözüktükleri için çok güzel görüntülerle karşılaştığımız bir gezi yaptık. Kano ile nehir üzerinde yapılan bu gezide kanoyu kullanan kişi bir yandan da elindeki güçlü lazer ile gökyüzündeki yıldızlar ile ilgili bilgiler veriyor. Nehrin sürprizleri bununla da bitmiyor; sürücü elindeki küreği suyun derinlerine daldırınca planktonlardan kaynaklanan bir yakamoza da şahit oluyoruz.
Dönüşümüz yine bizi bekleyen araçlarımız ile Puerto Princesa (PP) merkezindeki otelimize geçiyoruz. Bu arada araçlarımız hep 11 kişilik vanlar. Burada da 2 van bizi bekliyor oluyor ve hiç vakit kaybetmeden ulaşımı sağlıyoruz. Palawan Adasında büyük turist otobüsü bulunmuyor. Bohol’e geçince orada da 18 kişilik tek araca geçtik ama Bohol’de de bizim anladığımız anlamda büyük 45-50 kişilik turist otobüsleri bulunmuyor. Ek bir bilgi olarak turistler için araç kiralama sistemi yok sadece motosiklet kiralayıp kullanabiliyorsunuz. Zaten trafiğin halini görseniz burada asla kendiniz bir aracı kullanmak istemezsiniz.
9.gün
Sabah 08:00’de otelden ayrılıyoruz. 10:00 uçağı ile Manila aktarmalı olarak Bohol Tagbilaran havalimanına gideceğiz. PP’den Bohol’e ulaşmanın iki yolu var; birincisi Cebu’ya uçmak oradan feribot ile Bohol’e geçmek. İkincisi ise Bohol’e direkt uçuş olmadığı için Manila aktarmalı olarak Bohol’e uçmak. İkinci seçenek bize yaklaşık 5 saat kazandırdığı ve daha az yorucu olduğu için daha maliyetli olmasına rağmen bu yolu tercih ettik.
Post from RICOH THETA. #theta360 – Spherical Image – RICOH THETA
1 saatlik bir uçuşun ardından 45 dakikalık araç yolculuğu ile birbirine köprü ile bağlı olan Bohol’un daha turistik adası olan Panglao’daki otelimize vardık. Öğleden sonra hatta akşamüstü Panglao’ya vardığımız için kendimizi hemen Panglao’nun tek ve dolayısıyla en önemli noktası olan Alona Beach’e atıyoruz.
Post from RICOH THETA. #theta360 – Spherical Image – RICOH THETA
Bir bahçe etrafında toplanmış odalardan oluşan otelimiz Alona Beach’e 250 m uzaklıkta. Alona Beach’de sahil boyunca çok fazla alternatif var. Bizim tercihimiz kumlar üzerindeki büyük tahta masaları ve güzel yemekleri nedeniyle Pyramid Beach Resort’un sahildeki restaurantı oldu. Gece geç saatlere kadar burada keyif yaptıktan sonra dinlenmek üzere odalarımıza çekildik çünkü yarın bizi gezinin en yoğun günlerinden biri bekliyor.
10.gün
İlk durağımız Filipinler’in sembolü diyebileceğimiz bir hayvan olan Tarsier’i görmeye gidiyoruz. Yaklaşık 100 adet Tarsier’in bulunduğu Tarsier Koruma ve Yetiştirme Çiftliğinde bu inanılmaz hayvanı yakından hatta çok yakından görme şansımız oldu. Yaklaşık 7-10 cm büyüklüğündeki
Tarsier dünyanın en küçük pirimatı olarak kabul ediliyor. Brunei, Endonezya’da da bulunan Tarsier’in en küçük türü Filipinler’de olanı.
Daha önce aldığımız bilgilere dayanarak çok yakından görebileceğimizi ve özellikle vücuduna göre inanılmaz büyüklükteki gözlerini açık görebileceğimizi pek sanmıyorduk çünkü Tarsier gece aktif olan bir hayvan.
Sürpriz olarak 5 Tarsier’e çok çok yaklaşma fırsatı bulduk. Tarsier ziyaretini çok sessiz bir ortamda ve yanımızda koruma merkezinin görevlileri ile yapıyoruz. Tarsier’ler çok hassas hayvanlar; birisine dokunursanız yemeden içmeden kesilerek intihar ediyorlar. Yılda bir çiftleştikleri için zaten üremeleri çok zor olan Tarsier’lerin kaybı zaten nesli tükenme tehlikesinde oldukları için çok önemli bir durum.
Koruma Merkezi’nin mağazasından farklı boyutlarda Tarsier’ler alarak buradan ayrılıyoruz. Sanırım 2 Tarsier’den birisi benim muayenemdeki unite sarılı diğeri de eşimin muayenehanesindeki bitkilerden birine sarılı olacak.
Sonraki noktamız olan Loboc Nehir Gezisi için yoldayken dövüş horozu yetiştiren bir çiftliğe uğradık ve dövüş horozlarını gördük.
İki taraftan birisi ölünceye kadar devam eden döğüş yerine sadece fotoğraf çekmek için 20-30 sn’lik bir gösteri dövüşü yapıldı bizim için. Boğa güreşi dahil bu tür dövüşleri hiç sevmiyoruz ama Filipinler için bu dövüş o kadar önemli yaygın ki bizim yapılmaması arzumuz okyanusta bir damla gibi burada.
Post from RICOH THETA. #theta360 – Spherical Image – RICOH THETA
Loboc Nehrine vardığımızda yemekli ve canlı müzikli teknemiz bizi bekliyordu. 1 saatlik bu gezide hem canlı müzik dinledik hem yemek yedik hem de inanılmaz güzel bir doğal güzelliğe sahip Loboc Nehrinde yol aldık. Gezinin ortalarına denk gelen bir noktada tekne karaya yanaştı ve orada bizi bekleyen çoğu küçük çocuk ve gençlerden oluşan dans topluluğu ile dans ettik ve şarkı söyledik.
Sadece bahşiş karşılığı yaptıkları bu dansı bahşişlerimizle desteklemeyi çok önemli gördük. Çok fakir olan Filipinler çocuklarının özellikler Manila’da olduğu gibi fuhuş batağına düşmemesi için çabalarının desteklenmesi çok çok önemli.
Buradan ayrıldıktan sonra Man Made Forest adı verilen 1960 yılında dikilen Maun ağaçlarından oluşan bir ormanın içerisinden geçerek Zip Line aktivitesi yapacağımız alana varıyoruz. Burada Dünyanın en yüksek ve en uzun Zip Line hatlarından birisi bulunuyor. Zip Line aktivitesinin süresi 22 saniyenin üzerinde ise profesyonel olarak kabul ediliyor. Bu hat hem 32 saniye hem de Loboc nehrinin 160 m üzerinde dolayısıyla daha zorunu bulmak zor.
Bunca şey yetmezmiş gibi Zip Line kayışı üzerine yattığınız bir bezin üzerinde yatay pozisyonda yapılıyor. Superman pozisyonunda olduğunuz için vücudunuzun altında bir şey olmuyor bu da adrenalini oldukça artırıyor. Grubun büyük bir çoğunluğu bu aktiviteye katıldı. Biletlerimiz alıp yaklaşık 1 saate yakın sıramızın gelmesini bekledik. Önce cable car ile karşıya geçiyor oradan Zip yaparak dönüyorsunuz (450 Peso)
Ben burada drone uçurma imkânı da buldum. İmkân buldum diyorum ama bu zaman açısından sadece çünkü Filipinler drone için bir cennet; hiçbir yerde yasak yok. Kritik bulduğum bazı yerlerde “drone uçurabilir miyim?” şeklindeki sorularıma “istiyorsan uçurursun” şeklinde cevaplar aldım.
Buradan çıkınca CHAP yani Chocolate Hills Adventure Park’a geçtik. Bu parkta size adı gibi macera adına birçok aktivite sunuluyor. Biz en önemli aktivasyon olan Bike Zip’ı yapmak üzere buradayız. Diğer tarafta yaptığımız Zip Line heyecanlı bir aktiviteydi ama Bike Zip’ı yapacağımız kuleye çıktığımızdan itibaren o hiçbir şey olarak kaldı.
“Macera tehlikeli sanıyorsan, rutini dene; öldürücüdür.”
Paulo Coelho
Burada size özel kıyafetler giydirdikten sonra bir bisikleti alttan ve üstten halatlarla emniyete alıyorlar ve siz bisikleti sürerek karşıya geçiyorsunuz sonra bisikleti çıkartıp dönüş hattına koyuyorlar ve geri dönüyorsunuz. Daha olaya başlamadan çıktığınız kule o kadar yüksek ki olay bitiyor. O kadar şartlamışız ki kendimizi kuleye çıkınca bindik bisiklete geçtik karşıya ama şimdi bakınca garip geliyor; “nasıl yaptık biz bu işi” diye. İlk saniyeden itibaren durmadan pedal çevirmek gerekiyor eğer durursanız dengeniz bozuluyor ve yüksekliğe bağlı rüzgâr nedeniyle sallanmaya başlıyorsunuz ve işiniz iyice zorlaşıyor. İki arkadaşımız yarıda kaldı ve rüzgârla ilgili anlattığım olaya maruz kaldılar. Birisi dönüş noktasına tamamen ulaşamayınca görevliler tel üzerinde yürüyerek kendisini kuleye çektiler. Diğeri ise kendini toparlayıp devam etti; iki arkadaşımızda dönüşü karadan motosikletle yaptılar.
Sonraki durağımız belki de Bohol dediğimizde aklımıza ilk gelen ya da google’da Bohol’u araması yaptığınızda karşınıza ilk gelen fotoğraf olan Çikolata Tepeleri. Bu tepeler sıra dışı bir coğrafik oluşumlar. Yaklaşık 1268 koni şekilli tepe 50 kilometrekare dan fazla yer kaplıyor. En yükseği 120 m olan ama genelde boyları 30-50 m arasında değişen tepeler yeşil otlarla kaplı ve kuru mevsimde kahverengi renk alıyor bu renkten dolayı çikolata tepeleri olarak adlandırılmışlar.
Oluşum süreci ile ilgili bilgi bu bölgenin eski çağlarda deniz altında olan bir bölge olduğu ve tepelerin akıntılar nedeniyle oluştuğu şeklinde. Bu işin bilimsel kısmı ama bilirsiniz her ülkenin kendine ait hikayeleri vardır;
İlk hikâyeye göre; 2 dev zamanında burada kavgaya tutuşmuş. Birbirlerine günlerce taş ve kum fırlatmışlar ama sonunda yorulup kavgayı sona erdirerek barışmışlar. Devler daha sonra burayı terk etmiş, bu tepeler ise onların arkasında bıraktığı dağınıklıkmış.
Diğer hikâyeye göre de genç ve güçlü bir dev olan Arogo, Aloya adında bir kıza aşıkmış. Kız öldükten sonra Arogo’nun döktüğü gözyaşlarının sertleşmesi sonucunda bu tepeler oluşmuş.
Son rivayete göre de dev bir Asya mandasının dışkısı bunlar 🙂
Özetle Çikolata Tepeleri UNESCO Dünya Mirası Listesinde bulunur ve Bohol’un en çok turist çeken lokasyonu.
Çikolata Tepelerinden birisi manzara izleme platformu olarak düzenlenmiş 120 basamak ama merdivenler düzenli olduğu için pek zorlamıyor. Siz de bizim gibi Çikolata tepelerinde özellikle gün batımı saatinde bulunursanız mükemmel bir ışık yakalayabilirsiniz. Merdivenlerden indiğiniz yerdeki dondurma çok güzel kaçırmayın.Dönüş için yaklaşık 1,5 saatlik yolumuz olduğu için planımızda olan Yılan Çiftliği ziyaretini yapılan oylama ile yapmama kararı alarak otelimize Alona Beach’e dönüyoruz. Yine aynı mekânda yemek yedik ve biralarımızı yudumlayarak biraz dinlenme fırsatı bulduk.
11.gün
Bugün Bohol’den ayrılma günümüz; Alona Beach’e veda ederek Boracay’a geçmek üzere önce araçlarımızla yarım 15-20 dakika süren bir yol ile limana varıyoruz. Buradan feribotla Cebu’ya Cebu’dan da uçakla Boracay’a geçeceğiz. Feribot için limana varınca iç uçuşlarda olduğu gibi önce biletimizi almamız, sonra check-in yapıp koltuk numaramızı almamız, sonra 20 peso Terminal Fee ödememiz, sonra bavul başı 100 peso bavul ücreti ödeyip feribota geçiyoruz.
Feribotun bekleme salonunda bir grup canlı müzik yapıyor. Güvenlik kontrolünden geçerken bir yandan dans ediyoruz, görevlilerde ellerindeki aletlerle bir taraftan bizi tararken bir taraftan da bize eşlik ediyorlar; inanılır gibi değil. Nihayet feribotun içerisindeyiz ve bu notları şu anda oradan yazıyorum çünkü çok nadir bir şekilde 2 saat boş zamanımız var. Feribot sonrası bizi bekleyen hapishane aracına benzettiğimiz araçlarla otelimize gidiyoruz. Otelimiz Fairways Blue Water Boracay Adasının %12’sini kaplayan dev bir otel. Otelin içerisinde ve merkeze işleyen servisleri var.
Boracay Filipinler’in en çok bilinen, en kaliteli otellerinin olduğu ve aynı zamanda gece hayatının da en yoğun olduğu yer. 3 önemli plajı var; bunlardan en ünlüsü 4 km uzunluğundaki White Beach. White Beach adından da anlaşılacağı gibi gerçekten beyaz bir kuma sahip, denizi ise Filipinler’in geneli gibi turkuaz renge sahip. Fakat mart-mayıs arası bazen 1 ay daha uzayacak şekilde sadece bu plajı yoğun bir şekilde yosun kaplıyor ve denize girmek zevksiz bir hal alıyor.
Biz ilk gün otele yerleştikten sonra Boracay’ı keşfetmek için kendimizi otelin servisi ile merkeze attık. White Beach; Station 1,Station 2 ve 3 olmak üzere sanal olarak 3 bölüme ayrılmış durumda. Station 2’de yer alan d-Mall adındaki alışveriş caddesi ise White Beach’in merkezi sayılır. Su Sporları ve aktiviteler daha çok Station 3, oteller ve barlar yani hareket ise Station 2 tarafında daha yoğun.
Post from RICOH THETA. #theta360 – Spherical Image – RICOH THETA
Bugün biraz Boracay’ı keşif ve güzel bir dondurma sonrası otelin servisi olmasına rağmen daha pratik olması nedeniyle tuk-tuk ile otele dönüyoruz ve akşam yemeğimizi otelde yiyoruz. Otelin yemekleri otelin içindeki Laguna Cafe’de o kadar güzel ki sadece bu yemekleri yemek için bu otelde kalınır.
12.gün
Bugün Boracay’dan tam olarak faydalanabilmek için sabah kahvaltısından sonra denizin daha temiz ve plajının daha bakir olduğunu bildiğimiz Puka Beach’e gittik. Burası bize göre White Beach’den daha bakir ve güzel bir plaj. Bir içecek içmeniz kaydıyla şezlong ve şemsiyelerden faydalanabiliyorsunuz. Burada yaklaşık saat 15:00’e kadar kaldıktan sonra yine tuk-tuklar ile White Beach 3.istasyona geçtik. Burası biraz hayal kırıklığı yaratınca 2.kısıma geçip masaj yaptırmaya karar verdik ve paraya kıyarak plajdaki masaj salonunda 1 saati 10 dolara masaj yaptırdık.
Post from RICOH THETA. #theta360 – Spherical Image – RICOH THETA
Masaj bittiğinde bizi gün batımı bekliyordu. Ekvatora yakın diğer ülkelerde olduğu gibi burada da inanılmaz renklere bürünen bir günbatımı şölenine tanık oluyorsunuz. Bu anı deniz üzerinde yaşatmak için açılan yelkenlilerin görüntüleri manzarayı iyice eşsiz hale getiriyor White Beach’de. Biraz alışveriş için dolaştıktan sonra akşam yemeğimizi yine otelde yemek için bu defa otelin servisi ile otele dönüyoruz.
13.gün
Bugün artık hem Boracay’dan hem de Filipinler’den ayrılıyoruz. Uçağımız saat 12:00’de bu nedenle kahvaltı sonrası önce araçlarımızla limana, oradan 7-8 dakikalık bir yolculukla ana karaya oradan da yine araçlarımızla Manila uçuşumuzu yapmak üzere Aticlan Havalimanı‘na geçiyoruz. 1 saatlik bir uçuş sonrası Manila’dayız. Singapur aktarmalı olarak İstanbul’a oradan da Ankara’ya geçeceğiz. 5 saatlik bir uçuş sonrası artık Singapur’dayız. Singapur’daki 3 saatlik aktarma sonrası bu defa 10 saatlik Singapur uçuşumuza başlıyoruz. Uçuşun başlarında Ukrayna’lı olduğunu düşündüğümüz bir kadın taşkınlıklar yapmaya başladı. Hostesi çağırarak “beni rahatsız ettiğini ve koltuğuna geçmesinin sağlanmasını” istedim. Daha sonra olaylar büyüdü; kadın krizler geçirmeye başladı. Uçakta doktor anonsu yapılınca grubumuzdaki doktor arkadaşımız Aliye müdahale etti ve uçağın muhtemel acil inişini engelledi.
Daha sonra Singapore Airlines arkadaşımızı uçak free shop’ında kullanmak üzere 200 Singapur doları değerinde çek ile ödüllendirdi. Kadın ise kendine geldikten sonra üzerini giyinip çantasını da sırtına takıp çıkış kapısına 50 cm uzaklıkta beklemeye başladı. Ara sıra kapıyı da açmaya çalıştığı için görevliler yaklaşık 7 saati onun yanında geçirdi. Tahmin edeceğiniz gibi uçağın inişinde görevliler sorguya alınmak üzere uçağın merdivenlerinde kendisini bekliyordu.
14.gün
Nihayet Türkiye saati ile saat 08:20’de İstanbul’a iniyoruz. Bu defa İstanbul’daki 4 saatlik bekleme sonrası saat 13:00’deki Ankara uçuşumuz ile 14.günde Ankara’ya varıyoruz.
Yorgun ama mutluyuz, çok güzel yerler gördük, dostlukları pekiştirdik.